TRAFIK |
Toplam çevrimiçi 1 Ziyaretci 1 Kullanici 0 |
BAŞHÜYÜK FORUM SİTESİ
|
KARAÇAY-MALKAR HALKININ TARİHİ-3
| 2009-06-25, 2:19 AM |
Alanlarda Hayat ve Kültür
Göçebe İskitlerin torunları olarak, Alanlar eski ataları Kurgancılar ve
Sarmatlardan miras kalan geleneksel hayat tarzlarını devam
ettiriyorlardı. Alanlar döneminin olan eski yazarların anlattıklarına
göre Alanlar geniş ve açık arazilerde aile ve ev eşyaları ile birlikte
göçebe hayatı sürdürmüşlerdir. Ammianus Marcellinus'un yazdıklarına
göre, "Alanlar çadırlarda yaşamıyorlardı. Onların buğday yetiştirme
problemleri de yoktu. Onlar genellikle süt ve et yiyorlardı. Üstü ağaç
kabuklarıyla örtülü, tekerlekli araba-evlerde yaşıyorlardı. Hemen hemen
bütün Alanlar uzun boylu, yakışıklı ve sarı saçlıdırlar. Sabırlı ve
ürkütücü bakışları ile müthiştirler. Hafif silahlar [yay, ok, mızrak]
taşıdıkları için çok hareketli ve atiktirler. Hunlara çok benzerler
fakat Hunlardan daha yumuşak ve kültür düzeyleri daha yüksektir.
Barbarlar [Hunlar] gibi, kamalarını yere saplıyorlar ve ona tapıyorlar.
Sanki göçebe hayatı yaşadıkların toprakların koruyucusu tanrısı Mars'a
tapıyorlar. Söğüt dallarını belirli bir dönemde kopararak fala
bakıyorlar. Köleliği bilmiyorlar, çünkü hepsinin kökü asildir.
Liderlerini bugün bile, savaşlarda üstünlük gösterenler arasından
seçiyorlar."
Yukarıda anlatılanlar, göçebe Alanlar hakkındadır. Alanlar zamanla
yerleşik düzene geçmeye başlayınca hayat tarzları ve kültürleri de
değişmiştir. İlk olarak, yerleştikleri bölgenin çevresine hendekler
kazmaya, toprak setleri yapmaya başlamışlardır. Ziraat ve bahçecilik
ile büyük baş hayvancılık işleriyle uğraşmaya, elde ettikleri tarımsal
ve hayvansal ürünleri işlemeye başlamışlardır.
[s.65] [Bu sayfada harita var] [s.66] Arapların ve Rusların saldırıları
sonucu Hazar Kağanlığının çökmesiyle, Alanların uluslar arası arenada
siyasi rolleri artmıştır. Bizans'tan Hıristiyanlık dini Alanlara doğru
gelmeye başlamıştır. Fakat Hıristiyanlık, Alanlarda pagan inançlarla
birlikte sürdürülmüştür. Bu bakımdan Alanların kültüründe pagan
törenleri ve inançları kaybolmamış, bilakis devam etmiştir. Alanların
pagan törenleri ve inançları kısaca şöyledir; İskitlerde olduğu gibi
kutsal kılıca tapma, Hunlarda olduğu gibi kılıcı Attila'ya gökten
gönderilen kutsal bir hediye olarak görme ve ona tapma, İskit-Hun adeti
söğüt dalları ile fala bakma vs. Görülüğü gibi, Alanlar eski tarihlerde
yaşamış olan göçebe atalarının hayat tarzlarını ve kültürlerini devam
ettirmişlerdir.
Hazar Kağanlığının çöküşüyle, Alan kabileleri birleşmiş ve erken feodal
devleti kurmuşlardır. Bu devlet Kafkasya'da, Kırım'da, Tuna ve Kafkasya
Ötesi bölgelerinde tarihin akışını önemli ölçüde etkilemiştir. X.
yüzyılın 20'li yıllarında Alanlar Hıristiyan kültürünü benimsemişler ve
Alanya'da Hıristiyanlık serpilip gelişmeye başlamıştır. Arhız nehri
kenarında yapılan kilise, Zelençuk nehri kenarındaki, Yukarı Arhız'da
Eski-Curt bölgesinde, Karaçay ve Malkar'da, ve komşu bölgelerde bulunan
kiliseler bunun kesin delilleridir.
Kuzey Kafkasya'da Hıristiyanlık dini Altın Ordu Devleti kuruluncaya
kadar gelişmiş ve yayılmıştır. XIV. yüzyıl başında Hıristiyan
kiliselerinin yerine ilk Müslüman mescitler yapılmaya başlamıştır.
Bunlara örnek olarak Elkhot Kapıları adlı yerin yanında Tatar-tüp
bölgesindeki mescittir. Kabardey-Balkar'da Maiskiy şehri
yakınlarındaki, eski bir şehir olan Julat'taki mescidi de örnek olarak
verebiliriz. Hıristiyan kiliseleri Karaçay ve Malkar'da XVII. Yüzyılın
sonlarına kadar faaliyet göstermişlerdir. Fakat, Alanlarda olduğu gibi,
Karaçay ve Malkarlılarda Hıristiyanlık inancı pagan inançlarla iç
içeydi.
Alanlarda zanaat ve sanat büyük gelişme göstermiştir. Bu durum değişik
mitoloji ve efsanelerde yansıtılmaktadır. Arkeolojik buluntular, taş
yontma, kemik yontma, deri işleyiciliği, ağaç işleyiciliği, yün
işleyiciliği, madencilik ve [s.67] değerli taş ve metalleri işleme,
silah yapımı [yay, ok, mızrak, cirit, bıçak, kama, kılıç] gibi
mesleklerin bu dönemde oldukça geliştiğini serpilip geliştiğini ortaya
koymaktadır.
Alanlarda mübadele çok yaygın idi. Bizans, Arap ülkeleri, Gürcistan,
Ermenistan, Doğu Avrupa ülkeleri ve Orta Asya ile ticaret ilişkileri
kurmuşlardı.
Karaçay Malkarlıların Ataları Alanlar
Romalı yazarlara göre Alanlar, eski Massagetlerdir. Tarih bilimi
Massagetlerin ve Türkmenlerin aynı kavimler olduğunu ortaya koymuştur.
Buna göre Alanlar bir Türk kavmidir. Bu durum, Türkmenlerin içerisinde
"Alan" adında bir kabilenin olması da teyit etmektedir. Bu arada bazı
Alan soylarını hatırlatalım; Mirşi-kar, Boluk-avul, Eşek, Ayak-çar,
Kara-mugul, Tokuz, Ker, Belek vs. Alan soyları Özbekistan, Tacikistan
ve Altay'da da yaşamaktadırlar. Altay'da yer alan bir soyun adı
"Alan'dan Kelgen" yani "Ovadan/Düzlükten Gelen"dir. Bilindiği gibi,
"alan" sözü birçok Türk lehçesinde "düzlük, arazi, ova, vadi"
anlamlarına gelmektedir.
Karaçaylıların en yakın komşuları olan Megreller bugün bile
Karaçaylılara "Alan" derler. Bu adı, Karaçay ve Malkarlılar dışında
Kafkasya'da hiç bir millet kullanmamaktadır. Karaçaylılar ve
Malkarlılar arasında "alan" sözü, "aynı soydan" veya "aynı kabileden"
gelen anlamında kullanılıyor. Bunların dışında, Alanların ve Karaçay
Malkarlıların aynı millet olduklarını Bizans kaynakları da
göstermektedir. Bu kaynaklarda, Alanya olarak Karaçay toprakları
gösterilmektedir. Karaçay toprakları, Kafkasya'nın XVII-XVIII. Yüzyıl
dönemine ait haritalarda Alanya olarak geçiyor. Vladikafkas üzerinde
eski askeri Gürcü yolu inşaatı yapılırken bile bu ad kullanılmıştır.
Alanların Türkçe konuştuklarını ve Karaçay Malkar milletinin oluşumunda
en önemli paya sahip olduklarının tartışılmaz kanıtı, yukarı Arhız'daki
"Eski Curt" köyünde bulunan XII. asıra ait "Zelençuk Yazısı" ve "Alan
Selamı"dır. [s.68] Bu yazı XII. asırda yaşayan Bizanslı şair İoann
Tsets tarafından yazılmıştır. "Zelençuk Yazısı"ndaki Türkçe sözler
kolayca okunabiliyor; "ata curt" [ata yurt], "bölünüb" [ayrılıp], "zıl"
[yıl], "de" [de], "teyri" [tengri, tanrı], "tsakırıf" [çağırıp], "alan
yurtlaga" [düzlükteki yurtlara], "bagatar" [bahadır]... Kısacası bu
yazıda, "birkaç kabile bir araya gelmişler ve tanrıya dua ederek düzlük
yerlere taşınmaya karar aldıkları" anlatılmaktadır. Bu yazıda bir de
kabile toplumunun dağılımından söz edilmektedir.
İoann Tsets'in "Alan selamı"nda başka bir yerde görülmeyen Karaçay
Malkar deyimleri kolayca okunabiliyor. Bu deyimler şu şekildedir: "Oy
üyünge!" [Ey evine-iyilik], "kün" [gün], "hoş" [iyi kalpli], "kaytıf"
[dönüp], "katın" [kadın]... Bu dokümanı zorlamayla başka türlü okuma
çabaları, olmayan harfleri koymaya çalışma, sözcüklerin ve harflerin
yerini değiştirme çabaları ve metin üzerine uygulanan diğer işkenceler
birilerine teselli edici sonuçlar vermiyor ne yazık ki. Sadece
sözlerden oluşan anlamsız bir yığın haline geliyor. Tarih-etnografya ve
dilbiliminde varolan bilgiler, Alanların Türkçe konuşan bir kavim
olduklarına şüphe getirmiyor. Karaçay Malkarlıların etnik oluşumunda en
önemli unsurun Alanlar olduğu gibi...
Aslar Kimdir?
"As" sözü, Türk dilinde "yolu şaşırmak" ve "yolu kaybetmek" anlamlarına
gelir. Bu anlam aşağı yukarı "göçebe hayat" sözüyle eş anlamlıdır. İşte
bu sözden hareketle, eski Yunanlılar ilk önce coğrafya adı olarak
"Asya" sözünü Kuban bölgesi için söylemişlerdir. Çünkü Yunanlılar ilk
defa bu bölgede Kurgan kültürü taşıyan göçebe ve küçük baş
hayvancılıkla uğraşan kavimleri tanımışlardır. Daha sonraları bu
göçebelerin başka bölgelere kaymalarıyla "Asya" kelimesi Orta, Ön ve
Küçük Asya için kullanılmaya başlamıştır.
"As/Az" sözü eski Kurgancılar/İskitlerin torunlarının etnonimine,
"As-kişi" [Aşkuzlar] olarak yansımıştır. As-kişi adı daha sonra
Kırım'da, Orta Asya'daki [s.69] [Bu sayfada harita var] [s.70] Türk
kabilelerinin adında saklanmıştır. Bunun ötesinde, bazı kaynaklarda
"Aslar" İskit ve Sarmatlarla bir tutulmaktadır [Ptolomeius, M.Ö. II
yüzyıl; Bizanslı Stephan, M.S. VI. yüzyıl].
İskitlerin torunları olan Bulgarların soylu bir kolu olmuştur. Bunlar
Aslardır. Rus asillerinden olan Andrey Bogolübovskiy, Aslara mensup bir
kızla evlenmiştir. Bu evlilikten doğan oğulları Yuriy, Gürcülerin
meşhur kraliçesi güzel Thamar'ın kocası idi.
Alanların da en soyu bölümü Aslar olmuştur. Bunlara "Dagsas" yani "Dağ As" demişlerdir.
XIV. asırda Aslar, Daryal boğazında ve Kırım'da tanınmışlardır. XIV.
Yüzyıl sonlarında orta Kafkasya dağlarında Karaçay ve Malkar
topraklarında, Aslar ile Aksak Timur savaşmıştır.
Malkarlılara bugün bile en yakın komşuları, İrani bir dil konuşan
Osetler "As" derler. Bunun dışında "Balkarya" sözü yerine "Assiag"
sözünü kullanıyorlar. Karaçay ülkesine ise "Stur-Assiag" [Büyük Asya]
derler. Buradan hareketle; Asların, Osetlerin ataları olduğuna inanmak
çok güçtür. Tarihte kendi adıyla, başka bir milleti adlandıran millet
yoktur. Yani, Osetler kendileri eğer Aslar idi iseler, neden Karaçay ve
Malkarlılara "As" diyorlardı?
Burada ileri sürdüğümüz görüşler, VIII. yüzyılın eski Türk kaynaklarına
da uymaktadır. Bu kaynaklarda Asların adı geçmektedir. Asların adı sık
sık Çu nehri vadisinde yaşayan Turgiş, Kırgız ve diğer Türk boylarının
alt kolu olarak geçer. Türk milletleri arasında Asların olduğunu XI.
Yüzyıl bilgini Mahmud Kaşgarlı da yazmıştır. XII. Yüzyılda Rus
vakanüvislerinden biri de As dilinin Peçenek diline çok benzediğini
yazmıştır.
Aslar bugün, Nogay, Altay, Kırgız, Kazak ve diğer Türk boylarının etnik
yapısında alt grup olarak yaşamaktadırlar. Bütün anlatılanlar, bu eski
etnonimin 5000 yıl önce eski göçebelerin arasında doğup sonradan İskit,
Bulgar ve Alanlarda yaşayıp Karaçay Malkarlıların adında korunmuş
olduğunu göstermektedir. Aslar, Karaçay Malkarlıların doğrudan doğruya
atalarıdır.
Alan ve Asların Askeri ve Siyasi Tarihi
[s.71] Alanlar Kuzey Kafkasya'da, Azak bölgesinde, Tuna bozkırlarının
Avrupa kısmında, aşağı Pannoniya'da, eskiden Küçük İskitya'nın yer
aldığı bölgelerde, I. yüzyıldan itibaren tanınmaya başlamışlardır. 378
yılında, Hun hakimiyetindeki Alanlar, Roma İmparatorluğunu bozguna
uğratmışlardır. 378 yılı 9 Ağustos'ta, Andreonopolis'te yakınında
birleşik Hun-Alan ordusu, Roma ordusunu bozguna uğratmış ve Roma
imparatorluğunun egemenliğine son vermiştir. Bu tarihten itibaren
Hunlar ve Alanlar Avrupa siyasetinde mutlak hakimiyetlerini
kurmuşlardır. Hazar Kağanlığının ön plana çıkmaya başlaması ile bu
hakimiyet sona ermiştir. Bazı Alan komutanlarının adların
bilinmektedir. Bunlar; Goar, Buyurgur, Saros, Kandak... V. Yüzyılın
50'linci yıllarında, Alan hanı Kandak, Küçük İskitya'yı [Dobruca]
fethetmiştir. Bu noktayı önemle belirtmek istiyorum. Bu olayların
çağdaşı tarihçi Jordan, Kondak'ın Alanlarını anlatırken "Kerti Alan"
yani "Gerçek Alan" sözünü kullanmıştır. Alan tarihi ile uğraşan
tarihçiler bu sözün açıklamasını bulamamışlardır. Çünkü Karaçay-Malkar
dilinin yardımına başvurmamışlardır. Alan reisleri birçok kez,
Bizans'ın İran ve diğer barbar kabilelerle [Vandallar, Gotlar vs]
savaşlarında yardım etmişlerdir. Yani Alanlar Bizanslıların müttefiki
idi. Yukarıdaki bahsimizde, Bizanslıların Alanları siyaseten akıllıca,
Asya kabilelerine karşı Avar, Hazar, Kıpçak saldırılarına karşı
kullandıklarını anlatmıştık.
Bizans ile İran arasındaki büyük çekişmenin asıl nedeni Kafkasya
üzerindeki hakimiyet kurma mücadelesidir. Burada Alanların I. yüzyılda
başlayan Kafkasya Ötesi ve Yakın Doğu seferleri başarıyla X-XI.
Yüzyıllara kadar devam etmiştir. Alanlar birçok kez Ermenilere,
Gürcülere, yabancı kavimlerin istilasına karşı [Arap ve İranlılara
karşı] yardım etmişlerdir. Fakat buradaki enteresan nokta, Ermeni
yazılı kaynakları, Gürcü ve Ermenilerin bu koruyucularını "Alanlar"
şeklinde adlandırırken, Gürcü yazılı kaynakları ise "Ovs" ve "Os"
şeklinde adlandırmışlardır. Burada iki kavim adı birbiriyle
özdeşleştirilmiştir. Bu savaşlarda, Alan ve Aslar kendi çıkarlarını
gözetmediklerini söylemek yanlış olur. Diğer göçebe milletler gibi
Kafkasya Ötesinde yerleşik hayat sürdüren çiftçileri koruyarak aynı
zamanda kendileri de bu çiftçiler sayesinde zenginleşmişlerdir. [s.72]
Bunların arasındaki ilişkiler, kanlı çatışmaların yanında, barışçı
kültür-ekonomik ilişkilerle de doludur. Alan ve Asların, Kafkasya Ötesi
ve Yakın Doğu milletleri ile ilişkileri bir de akrabalık ilişkilerinin
oluşmasını sağlamıştır. Hanedan mensuplarının karşılıklı evlilikleri
ile farklı kavimler arasındaki akrabalık bağları kuvvetlenmiştir.
Alan/Asların, Kafkasya Ötesi ile ilişkileri, özellikle Durgulel ve
Khuddan adlı kralların döneminde etkinlik kazanmıştır. Khuddan'ın kızı
Burdu Han, Gürcülerin meşhur güzel Kraliçesi Tamar'ın annesidir.
Tamar'ı yetiştiren kişi ise teyzesi Rusudan'dır. Bu suretle, Aslar ile
Gürcü hanedanı arasında bir akrabalık doğmuştur.
Alan/As devletinin gücü, Hazar Kağanlığının gelişmesiyle, büyük ölçüde
azalmıştır. Fakat, Hazarların 965 yılında Ruslarla yaptığı savaşta
yenilmeleri üzerine, Alan/Aslar tekrar güçlenmeye başlamışlardır.
Moğolların Alan-Aslara Saldırmaları
XIII. yüzyılın 20'li yıllarında güçlü Alan-As devleti, Moğol-Tatar
ordusundan korkunç darbe yemiş ve bozguna uğramıştır. Ön Asya ve
Kafkasya Ötesini fetheden bu ordu, Doğu Avrupa'yı da ele geçirebilmek
için ilk önce Laba kıyılarından Sunca'ya kadar, Kafkasya'nın yüksek
dağlarından Terek'in aşağı kısımlarına ve kollarına kadar uzanan
Alan-As saltanatını ortadan kaldırması gerekiyordu. Tatar-Moğollar,
Dağıstan halklarına boyun eğdirdikten sonra, 1222 yılında Derbent
kapılarını geçerek Alanlarla karşı karşıya gelmişlerdir. Alanlar Beştav
ve Kuban bölgelerinde yer alan Kıpçaklarla ittifak etmişlerdi.
30 bin kişilik Moğol ordusu, Cebe ve Subuday adlı komutanların
yönetiminde, Alan-Kıpçak ordusuyla karşılaşmışlardı. Kanlı bir savaş
cereyan etmiş fakat iki taraf da birbirine üstünlük sağlayamamıştır.
Bunun üzerine Moğollar eski taktiklerini tatbik ederek, Alan-Kıpçak
ittifakını bozmayı başarmışlardır. Moğollar elçilerini Kıpçaklara
göndererek, "Bizler ile sizler aynı soydan geliyoruz. Alanlar ise size
ve bize yabancıdırlar. Sizin inançlarınız da onlarınkine benzemiyor.
Alanlarda ittifaktan vazgeçin. Eğer bu isteklerimizi yerine
getirirseniz size istediğiniz kadar mal mülk veririz." [s.73] [Bu
sayfada harita var] [s.74] Moğolların bu hilesine kanarak Kıpçaklar,
Alanlarla kurmuş olduğu ittifaktan çekilerek kendi yurtlarına doğru
gitmişlerdir. Alanlar bu durumda güçlü Moğol ordusu karşısında yalnız
kalmışlardır. Moğollar, Alanları bozguna uğrattıktan sonra Kıpçaklara
verdikleri söze sadık kalmamışlar ve peşlerinden yetişerek Kıpçakları
perişan etmişler ve onlara verdikleri hediyelerin iki katını geriye
almışlardır. Moğollardan kurtulmayı başaran Kıpçaklar Kırım'a kaçıp
sığınmışlardır. Buradan da birçoğu dağlara çıkmış, bir kısmı da deniz
yoluyla başka ülkelere gitmişlerdir.
Moğolların hakimiyetine geçen Kuzey Kafkasya, Altın Orda Devleti
sınırlarına dahil olmuş ve Kafkasya'nın en güzel vadileri Altın Orda
Hanlarının konaklama yerlerine dönmüştür. Altın Ordu Devleti, bu
toprakları ve buralarda otlatılan hayvanların korunmasını sıkı sıkı
kontrol etmiştir. G. Rubruk'un [1254] bildirdiğine göre Altın Ordu
askerlerinin beşte biri, Alanların yaşadığı dağ geçitlerini korumaları
gerekiyordu. Çünkü Alanlar meralardaki hayvanları yağmalayabilirlerdi.
Bu nedenle Altın Orda Devleti, Kafkasya'da kale şehirleri yapmaya
başlamışlardır. Bu şehirlere örnek olarak Kabardey-Balkar'da Maiskiy
şehrine yakın Elkhot Kapılarının Tatar-Tüp şehrini, Pod-Kumuk
[Boz-Kumuk] nehrinin kenarındaki Laçinkaya köyünün yanında bulunan
Macar şehrini verebiliriz. Buna rağmen Alanlar isyanlarını
sürdürmüşler, ekin ve otlakları yakmışlar ve hayvanları kaçırmışlardır.
Fakat yine de Alanların gücü Altın Orda Devletinin gücüne eşit
değildir. Bu yüzden de, Kuzey Kafkasya uzun bir süre Altın Orda'nın
hakimiyeti altında kalmıştır. Altın Orda'lılar Kafkas kavimlerinin
kendilerine tabi olmaları ve boyun eğmeleri için, Kafkasya'da yeni bir
dini, yani İslam'ı yaymaya ve bunu müteakip mescitler inşa etmeye
başlamışlardır.
Aksak Timur'un Seferleri ve Asların Yenilgisi
Aksak Timur, Altın Orda Devleti hükümdarı Tohtamış Han'ın her türlü
destekçisi olmuştur. Fakat Tohtamış Han yeterince güçlendikten sonra
Timur'un sahip olduğu yerlere seferler yapmaya başlamıştır. Nihayet
Timur'un sabrı tükenmiş ve Tohtamış'a bir ders vermek amacıyla bir
sefer düzenlemiştir.
1395 yılının nisan ayında, Timur'un askerleri Derbent'ten geçerek
savaşa hazırlanmak için Terek nehri kenarında bugünkü Maiskiy şehri
yakınlarındaki Altın Ordu şehri olan Julat'ın yanında karargah
kurmuşlardır. Bu dönemde Julat şehri Altın Ordunun en zengin
şehirlerinden biriydi. Burada Timur kalabalık ordusunun erzakını temin
etmiştir.
[s.75] Terek nerhi kenarında gerçekleşen büyük savaşta Tohtamış bozguna
uğramış ve Volga üzerinden bozkırlara doğru çekilmeye başlamıştır.
Timur, Tohtamış'ın peşinden özel bölüğünü göndermiş, kendisi de Beştav
bölgesinde kalmıştır. Buradan Kuban bölgesine, Ruslara ve Çerkeslere
karşı birkaç sefer düzenlemiştir. Timur'un vakanüvisi şunları
bildirmiştir; "Timur, Rus ve Çerkes lerin işini bitirdikten sonra,
ordusuyla birlikte, Elbruz dağı tarafına yöneldi. Vefasız Aslara ders
vermek için Buruberdi ve Burihan'a doğru yola çıktı. Yolun üzerinde
ormanlar vardı. Ağaçları kesip yol açarak, Timur ağırlıklarının yanında
Emir Hacı Seyfeddin'i bırakarak, kendisi Elbruz dağına yöneldi.
İstihkam edilmiş ve korunmuş dağ boğazlarında din düşmanları ile birçok
savaş olmuştur. Ama bu savaşların hepsini de Timur'un ordusu
kazanmıştır. Timur'un ordusu düşman kalelerini yıkmıştır ve bol ganimet
ele geçirmiştir." Timur, Beştav'a geri döndüğünde Hacı Seyfeddin zafer
kutlamaları düzenlemiştir. Ancak Timur yine Aslarla savaşmak zorunda
kalmıştır. Çünkü bunlar tekrar baş kaldırmışlardı. "Timur yine
ağırlıkları bırakarak, Kuli ve Tavus'un kalelerine doğru yönelmiştir.
Bunlar Elbruz'da yaşayan kabilelere aittir. Bu kaleler dağ tepelerinde
yer alıyorlardı ve onlara ulaşmak fevkalade zordu. Çünkü çok
yüksekteydiler ve aşağıdan bu kalelere bakıldığı zaman gözler kararıyor
ve kafadaki başlık düşüyordu. Özellikle de Tavus kalesi kartal yuvasına
benziyordu ve aşağıdan atılan oklar oraya yetişmiyordu." Büyük
zahmetlerle Timur bu Tavus kalesini ele geçirmeyi başarmıştır. Kuli ve
Tavus'u da yakalayıp öldürmüştür. Timur buradan Polat'ın kalesine
yönelmiştir. Bu kalede Cuci ulusunun en büyük emiri Uturgu [Ödürgü]
saklanıyordu. Timur, Polat'a yazdığı mektupta; "Sana sığınan Uturgu'yu
bana gönder. Eğer cevabın hayır ise, o zaman düşmanları kahreden büyük
ordum ile geleceğim." Polat ise kendine oldukça güvenerek şöyle cevap
vermiştir; "Benim iyi istihkam [s.76] edilmiş bir kalem vardır ve
Uturgu da bana sığınmıştır. Canım sağ oldukça ben onu teslim
etmeyeceğim ve sonuna kadar koruyacağım." Kale, ulaşımı çok zor olan
bölgede yer alıyordu. Orada oturanlar boğaz geçitlerinde savunma
almışlar ve hayatlarını feda ederek cesurca savaşmaya
hazırlanmışlardır. Çok güç sarf ederek zafer ordusu kaleyi ele
geçirmiştir. Ama Uturgu Elbruz dağı boğazına kaçmıştır. Timur'un
askerleri Asların evlerini yıkmış ve yakmışlardır. Sağ kanatta yer alan
Mirza-Miran-Şah; "Biz Uturgu'nun peşindeyiz ve Elburz dağının Ayasa
[Abasa?] bölgesine girmekteyiz." Ayasa [Abasa] bölgesinde, Timur,
Uturgu'yu yakalamış ve esir almıştır. Birkaç gün de Beştav bölgesinde
kalmıştır.
Timur'un bu seferi Asları [Karaçay Malkarlıları] "taş çuvala"
kilitlemiştir. Bir zamanlar Kuzey Kafkasya'nın büyük bir bölümünü
kendilerine ait iken şimdi topraklarını iyice azalmıştır. Timur'un
seferine kadar, Karaçay Malkarlılar atalarının adını taşıyarak
yaşıyorlardı; Aslar, Alanlar, Bulgarlar.
Tarih biliminde topo-hidronimler kavimlerin "etnik pasaportu" olarak
kabul edilir. Koban [Kuban], Balık [Malk/Balk], Baksan, Çegem, Çerek,
Terek [Terk], Azak, Kaşhatav, Mingitav, Karaagaç, Kızburun, Akbaş,
Kişpek [Kişi-bek], Julat [Joltı], Beş-tamak, Beştav, Kızlar, Elhot ve
daha bir sürü yerin adı, Karaçay Malkarlıların eski etnik topraklarının
sınırı hakkında bir fikir verecektir ve şimdiye söylenenleri ispat
etmektedir.
Bu bölümde ele alınan konular, Karaçay Malkarlıların yüzyıllarca süren etnik oluşum sürecinin son noktasını oluşturmaktadır.
VII. Bölüm
XV-XVII. YÜZYILLARDA KARAÇAY VE MALKAR
[s.77] XIII-XIV. yüzyıllarda Timur'un ve Moğolların yaptığı yıkım ve
soykırıma rağmen XV. Yüzyılda Karaçay ve Malkarlılar tarih sahnesine
etnik oluşumunu tamamlamış ve pekiştirmiş olarak çıkmışlardır. Devlet
oluşturma eşiğinde olan Karaçay Malkarlılar aristokratik toplum
düzenini kurmuş, hatta "Oliy" [vali] denilen bir üst hükümdara tabi
olan askeri bölüklerini oluşturmuştu. Oliy ile birlikte "töre" adlı
halk mahkemesi vardır. Töre, hayatı ve askeri işleri yönetmiş, örf ve
adetleri pekiştirmiş ve kanunlaştırmış, öngörülen ceza ve teşvikleri
uygulamıştır.
Bu anlatılanlara ilk tanıklık eden yazılı kaynak XIV-XV. Yüzyıllara ait
Tsahavat haçıdır. Haç üzerindeki yazılar Gürcü eristavlardan
[asilzadelerden] birinin Basianya'da [Malkar ülkesi] esir alındığını ve
Tshavat kilisesinde toplanan fidye ile kurtarıldığı anlatılıyor.
Karaçay ve Malkarlıların güney sınırları doğal olarak sıra dağları ile
korunmuştur. Ön Kafkasya'nın ova ve bozkırlarında yer alan kuzey
sınırları daha az korunmuştur.
Kabardeylerin Ön Kafkasya'ya Yerleşmeleri
Moğolların ve Timur'un seferleri, Karaçay Malkar ülkesinin kuzey
sınırlarını geriletmiştir Bu durumdan faydalanan Adige kabilelerinin
[s.78] [Bu sayfada harita var] [s.79] en büyük ve aktif olanları
Kabardeyler, XV-XVI. Yüzyıllarda, orta Kafkasya'dan Sunca nehrine kadar
yoğun bir biçimde yerleşmeye başlamışlardır. Fakat kısa bir süre sonra
Çeçen ve İnguşların ataları Vaynahların dağlardan ovalara inmeleriyle
Kabardeylerin Sunca nehrinin kenarındaki yerleşmeleri azalmaya
başlamıştır ve doğuda Mozdok bozkırlarından öteye geçememişlerdir.
XIX. yüzyılda, Kabardey tarihçileri, şunları yazıyorlar; "Menkıbelere
göre, Kabardeyler yeni geldikleri yerlerde Tatar kavimleriyle
[Malkarlılar] karşılaşmışlardır. Onları bozkırlara ve dağ vadilerine
iterek, kendileri onların yerlerine yerleşmişlerdir. Bu hikayeden
şüphesiz sadece şu sonuca varılabilir; Kabardeyler, eskiden bugünkü
topraklarında yaşamıyorlardı, onlar daha sonradan, başka bir yerden
buraya göç etmişlerdir. Şüphesiz, Kabardeyler bugünkü topraklarına XV.
veya XVI. Yüzyıl başlarında yerleşmişlerdir. [Kudaşev V.N., Kabartay
Halkı Hakkında Tarihi Bilgiler, Kiyev, 1913, s.6-10]."
Malkar ve Kabardey Arasındaki İlişkiler
Tarihte, Kabardey ve Malkarlılar arasında bir savaş ya da ciddi bir
çatışma cereyan etmemiştir. Bu iki kavim arasında, bugünkü gibi arada
bir sınır olmamıştır. Genel olarak ikisi arasında barışçıl ilişkiler
olmuştur. Kabardeyler ve Malkarlılar, birbirlerinin ülkelerinde rahatça
dolaşabiliyorlardı. Halklar arasındaki ilişkiler sevecen ve
insancıldır. Bu gibi ilişkilerin olması, iki taraftan evliliklerin
artmasını ve dolayısıyla akrabalık bağlarının kuvvetlenmesini
sağlamıştır. Bu evlilikler sadece prens soyları arasında değil, halk
tabakasından olanlar arasında da mevcuttu. Böyle ilişkiler sonucunda
Kabardey'da "Kuşha, Balkar, Kelemet" gibi birçok Malkar kökenli sülale
çıkmışken, aynı şekilde Malkarlılarda da "Çerkes, Kabardok" Kabardey
kökenli sülaleler çıkmıştır.
Malkarlı ve Kabardey aileleri veya bireyler arasında çıkan
anlaşmazlıklar Malkar ve Kabardey geleneklerine göre hee iki taraftan
yaşlılarından oluşan bir grup yardımı ile çözülmüştür. Kabardey ve
Malkarlıların kendi aralarında çıkan anlaşmazlık veyahut birtakım
problemlerden dolayı, birçok kişi, komşu ülkeye, yani Kabardey ve
Malkar'a kaçıp sığınıyordu. [s.80] Kimi zaman Malkarlı ve Kabardeylerin
büyük sülaleleri arasında da anlaşmazlıklar çıkıyordu. Fakat bu
anlaşmazlıklar hiçbir zaman sıcak çatışmaya dönüşmemiştir.
Kimi büyük sülaleler arasında ise çok yakın dostluk ilişkileri
kurulmuştur. Sözgelimi Malkarlıların Abay sülalesi ile Kabardeylerin
Kaytuk sülalesi arasında ve yine Kabardeylerin Hatohşuk sülalesi ile
Malkarlıların Malkaruk ve Orusbiy sülaleleri arasındaki ilişkiler çok
yakın dostluk çerçevesinde idi. Eskiden beri, Kafkasya'da barış içinde
komşuluk yürüten kavimler kendi aralarında çocuklarını birbirlerine
"atalığa" veriyorlardı. Sözgelimi, 1747 yılında Büyük Kabardey'in prens
sülalesinden Kasay Hatohşuk "emçek karındaşı" [süt kardeşi] Malkarlı
prens sülalesinden Azamat Abay idi. Yine aynı şekilde, 1768 tarihli bir
belgeye göre, Kabardey prens sülalesinden Kaziy Kaysın'ın süt kardeşi
Malkarlı prens sülalesinden Muhammat Biy idi. Yüzyıllarca süren barış
ilişkileri Kabardey ve Malkar ekonomisinin olumlu yönde gelişmesine de
etki etmiştir. Kabardeyler hayvan sürülerini Malkarlıların meralarında
otlatabiliyorlardı. Yine buradan maden, ağaç, inşaatta kullanmak üzere
taş, hayvan kürk ve derisi ihtiyarlarını sağlıyorlardı. Malkarlılar ise
soğuk mevsimlerde Kabardeylerin kışlık ve obalarını kiralıyorlardı.
Bazı alimler, bu kira ilişkilerini görmezlikten gelerek, eski
dönemlerde Kafkasya'yı dolaşan seyyahların sözlerine dayanarak
Malkarlıların siyasi ve ekonomik bakımdan Kabardeylere bağımlı
olduklarını ileri sürüyorlar. Bu tür önyargılı görüşler hiçbir temele
dayanmamaktadır. Zira bu gezginler o dönemde Kabardey ve Malkarlılar
arasındaki içli dışlı ve birçok konuda ortak hareket etme ilişkilerini
anlayamaz, öte yandan kira ilişkilerinin aslını hiç kavrayamazlardı.
Zaten kavramak için de bir çaba göstermemişlerdir. Malkarlılar,
kışlaklar için Kabardeylere kira ödemişse hangi bağımlılıktan söz
edilebilir? "Bağımlılık" konusuna girildiğinde bu noktayı göz önünde
bulundurmak gerekmektedir.
Malkar ve Kabardey arasındaki ilişkiler her iki tarafın ekonomilerinin
gelişmesine sağlamıştır. Malkarlılar tuz, hububat, vs. ihtiyaçlarını
karşılamışlardır. Kabardey üzerinden Rusya pazarlarına ulaşmış, oradan
kumaş, ev ve mutfak eşyaları, süsler, fabrika ürünlerini temin
etmişlerdir.
|
Katagori: Karacay-Malkar | Ekliyen: bagalikaracayli
|
Göster: 1837 | İndirme: 0
| Izlenme orani: 0.0/0 |
|