Kurgan kültürü buradan güneye doğru ilerleyerek Anadolu'daki Urmiye
gölüne kadar gelmiştir. Kafkasya Ötesinde ve Anadolu Kurgancılar ilk
defa yerleşik hayat tarzı sürdüren çiftçilerle karşılaşıyorlar. Gayet
doğal olarak bu iki kültürün ortak yaşayışlarından kaynaklanan etnik ve
kültür karışması söz konusudur. Tabii ki, bu karışmanın sonucu olarak
da, yerleşik hayat tarzı sürdüren çiftçilik ile hayvancılıkla uğraşan
bir toplumun meydana gelmesi söz konusudur. Yani, iki ayrı ekonomi
faaliyetinin bir yapıda kaynaştığı görülmektedir.
Bu ortak yaşayış, Mezopotamya bölgesinde bütün dünyaca bilinen Sümer
[Somar, Suvar] uygarlığının doğmasında büyük bir itici güç olmuştur.
Kuzey Kafkasyalılar ile Sümerler arasında yakın bir kültür ve ekonomik
ilişki oluşmuştur. Sümer şehirlerindeki kurganlar ile Maykop
kurganlarında bulunan Fakat ne gariptir ki, bu tür eşyalara, Sümer
ülkesi ile Kuzey Kafkasya arasında kalan ülkelerde; Kafkasya Ötesi'nde
ve Kuzey Kafkasya'nın diğer bölgelerinde rastlanmamaktadır. [s.25] [Bu
sayfada harita var] [s.26] Maykop kültürünü oluşturan ile Sümerler
arasındaki ilişkiler, çok eski çağlarda birbirlerinden kopmuş olan eski
Türk kabilelerinin bir süre sonra eski yurtları olan Kuzey Kafkasya ve
bitişiğindeki Avrasya bozkırlarında tekrar birleşme ile kurulan
ilişkiye benzemektedir. Bu ilişkiler transit karakteri taşıdığı fikrini
oluşturuyor. Belki bunun açıklanması onların örf ve adet, kültür
yakınlıkları olduğunu göstermektedir.
Sümerlerin, eski Türk kavimlerinden biri olduğunu doğrulayan birçok
bulgu vardır. Bundan dolayıdır ki, onların dillerinde birçok Türkçe
sözler bulunmaktadır. Bunlar hakkında geçmişin ve günümüzün bilim
adamları bir çok yazı yazmışlardır.
Sümer Dili ile Karaçay Malkar Dili Arasındaki Benzerlikler
Sümerlerden kalan çivi yazılı metinler birçok bilim adamı tarafından
analiz edilmiştir. Bu analizler sonucunda Sümer sözcüklerinin çoğu,
genel olarak Türk lehçelerinde kullanılan sözcüklerin aynısıdır. Hatta,
Karaçay Malkar sözcükleri ve bazı deyimleri de aynen tekrarlanmaktadır.
Örneğin; Gılgamış [Gilgameş/Bilgameş] destanında şöyle bir Karaçay
Malkar deyimi kullanılıyor, "soyum eteyik" yani "hayvan keselim" veya
Gudey tanrıya ithaf edilen bir yazıda M.Ö. 2400 yılına ait bir yazıtta
şu Karaçay Malkar sözcüğünü okuyabiliyoruz: "zanımdagınnan" yani
"yanımdakinden". Bunun gibi birçok benzerlik vardır.
Buna benzer 100 kadar sözcük vardır. Sümer dili ve Karaçay Malkar
dilleri arasındaki akrabalığını ispat etmek için yukarıda verilen
örnekler yeterlidir.
Elimizdeki bütün bilimsel veriler bize, Kurgancıların [eski Türklerin]
yerleşmelerinin, eski Türk boylarının dağılımından sonra ortaya
geldiğini gösteriyor. Eski Türk birliği ilk bakışta Kurgan-Afanesyevo
etno-kültür birliğiydi. Kronolojiye göre bu dağılım Hint-Avrupa
birliğinin dağılımı ile aynı zamanlarda oluyordu. Türk ve Hint-Avrupa
dilleri arasındaki bazı benzerliklerin, bu süreçlerde ortaya çıkan
çatışmaların sonucu olarak dil alış verişinden kaynaklandığı
düşünülüyor. 5000 yıl önce Kuzey Kafkasya topraklarında geçen tarihin
bu kısmını biz Karaçay-Balkar halkının oluşumunda ilk aşama olarak
görebiliriz.
IV. Bölüm
KARAÇAY MALKARLILARIN ATALARI İSKİTLER VE SARMATLAR
Kurgan Kültürünün Varisleri
Güney Rusya bozkırlarında Kurgan kültürünün varisi, ağaç sandık [tabut]
kültürü olduğu arkeolojik bilimi çoktan saptamıştır. Bu kültür adını
kurganlardaki defin için kullanılan ağaç sandıklardan alıyor. [s.29]
Orta Asya bozkırlarında ve Minusinsk çukurluğunda Kurgan-Afanasyevo
kültürünün yerine etnik olarak bununla homojen olarak Andronova kültürü
yer almıştır. Böylece Kurgan-Afanasyevo ve ağaç sandık ile Andronova
dönemlerinde Türk kültürünün doğu ve batı gruplarına bölünmesi söz
konusudur.
Kurgan ve ağaç sandık kültürlerinin varisleri İskit ve Sarmatlar
olmuştur. Afanasyevo kültürünün sahipleri de büyük bir ihtimalle
Massagetlerdir. Bunlar bugünkü Türkmenlerin [Türkmenistanlıların]
ataları olarak sayılıyorlar.
İskitler Hakkında Genel Bilgiler
Doğu Avrupa, Ön Asya, Kafkasya, Güney Sibirya ve diğer bölgelerin
tarihleri yaklaşık olarak beş asır İskitlerle bağlantılıdır. Avrupa
medeniyetinin oluşmasında büyük rolü olan Antik Yunan devletinin
oluşması bu zamana düşüyor. İskitler, Yunanistan ve onların yakın
çevreleriyle yakından bağlıydılar. İskitya, Karadeniz kuzeyi ve Kırım
bozkırlarını, Kuzey Kafkasya ve Ural dağlarını kaplamakla beraber orman
ve bozkır bölgelerinde yaşayan kavimleri de kapsamaktaydı. Bu bölge, Ön
Asya, Orta Asya ve Avrupa arasında kültür ve ticaret bağlarının
oluşmasında bir halka görevini oluşturmaktaydı.
İskitya, Karadeniz kıyısındaki Yunan şehirleri ve erken Roma döneminin
taşraları ile yakın ilişki içerisindeydi. İskitler, çevredeki kavimler
ile kültür ve ekonomik ilişkileri kurarak aynı zamanda da bu kavimlerin
sosyal hayatlarının gelişmesini ve kültür düzeylerinin yükselmesini
sağlamışlardır. Bu kavimlerdeki askeri siyasetin ve düzenin pekişmesi
ile askeri demokrasinin gelişmesine imkan vermiştir.
Eskiçağ Yazarlarına Göre İskitler ve Sarmatlar
İskitler ve Sarmatlar hakkında yazılı kaynaklar eskiçağ yazarlarına
aittir. Bunların başlıcası; Herodotos, Hippokrates, Strabon, Ptolomeios
vs.dir. Eski Yunan yazarlarının eserlerinde İskitler ilk sırayı
alırlar. [s.30] [Bu sayfada harita var] [s.31] Bu yazarların hepsi
Hesiod ve Eshil'den başlayarak, İskit ve Sarmatlara "at sağanlar, kımız
içenler, at eti yiyenler vs." diyorlardı. Onların eserlerine göre bu
kavimler göçebe hayatı yaşıyorlar ve arabaların üzerine geçirilen keçe
çadırlarda barınıyorlardı.
Eskiçağ yazarlarının anlattıkların göre, bazı İskit kabileleri nehir
vadilerinde yaşamakta ve buralarda tarımla uğraşmakta idiler. Ancak
İskitlerin büyük çoğunluğu hayvancılıkla uğraşıyordu. Bunlara
"İdareci/Yönetici/Hakim İskitler" deniliyordu. Çeşitli kabileler
arasında özel sosyal tabakalar oluşmuştu ama bunların tümüne birden
"İskitler" deniliyordu.
İskit devletinin yeraldığı bölgeyi, sınırlarını, nehirlerini,
komşularını ve askeri harekatlarını açıklarken geçmişin yazarlarından
hiçbirisi bunların dilleri hakkında hiçbirşey belirtmemişler. Bu
yüzdendirki İskitlerin dilleri hakkında açıklama yapmak gerekirse
günümüze kadar saklanan bazı özel isimlere ve terimlere, aynı zamanda
nehir ve bölge isimlerine dayanarak acıklanabilir.
İskitlerin efsaneleri ve destanları onların doğuşu hakkında enteresan
bilgiler vermektedir. Herodotos'un anlattığına göre, M.Ö. 484-425
yıllarında, İskitlerin bu topraklarda "Targitaos" adlı bir adamdan
türediklerini, Targit'in ana ve babasının ise Dneper [Barisfen]
nehrinin kızı ile İskitlerin şimşek tanrısı [Yunanlıların Zeus tanrısı
ile eşanlamlı] olduğunu söylüyor. Targit'in üç oğlu varmış; Lipoksay,
Arpaksay ve Kulaksay. Bu çocukların birincisinden Ahvat, ikincisinden
Katior, üçüncüsünden ise Paralat İskitleri ortaya çıkmış. Bunların
hepsi ise "Skolat" adı altında toplanıyormuş. Bu isimler açıkça Türkçe
karakteri taşımaktadır. Bu adların açıklaması Karaçay Malkar diliyle ve
diğer Türk lehçeleriyle yapılabilir. "Skolat" sözü, kuşkusuz eski
Yunanlılar tarafından bozulmuş halidir. Bu söz başlangıçta İskit
dilinde "shıltı" şeklindeydi. Bu söz Karaçay Malkar dilinde toplumun
üst tabakası anlamına geliyor [KM ıshıltı: asil, soylu]. Bu üç
kabilenin kökünün, bütün İskitlerin atası olan Targit'ten geldiğini
biliyoruz.
Herodotos başka efsane ve rivayetler de duymuştur. Bura göre İskitler,
Herakl ile belden yukarısı insan, aşağısı ise yılan olan bir kadından
türemişlerdir.
[s.32] Herodotos, İskitlerin kökenini açıklamaya şöyle devam ediyor;
"Bunla birlikte, benim geçerli olacağına inandığım başka bir rivayet
daha var. Hikayeye göre Asya'da yaşayan göçebe İskitler, Massagetler
ile olan savaşları kaybederek kaçmaya başlamışlar ve Araks nehrini
geçerek Kimmer topraklarına gelmişler. Gerçekten de İskitler tarafından
istila edilen yerlerin [Karadeniz kuzeyindeki bozkırlar] ilk bakışta
Kimmerlere ait olduğu gözleniyor." Eskiçağ yazarları "Araks" olarak
sadece bugünkü Aras nehrini değil, Sır-derya nehrini de
kastediyorlardı. Şu halde Massagetler, İskitleri Ural dağlarının
eteklerinde, yani eski Türk kültürünün doğduğu bozkırlarda
sıkıştırmışlar ve buradan kovmuşlardı.
Kimmerler
Eskiçağ yazarları; Homeros, Hesiodos ve diğerleri Kimmerlere "at
sağanlar" ve "at eti yiyenler" diyorlardı. Aynı zamanda kılık
kıyafetleri, yaşantılarının Hint-Avrupalı kavimlerden farklı olduğunu
da belirtiyorlardı. Kimmer tarihi iyi araştırılamamıştır ancak
Kimmerlerin ile İskitlerin akraba kavimler oldukları kesin
saptanmıştır. Arkeologlar, Kuzey Kafkasya'da Kimmerlere ait günlük ve
çalışma hayatında, avda kullandıkları eşya ve silah kalıntıları
bulmuşlardır. Bunların büyük bir kısmı Karaçay topraklarında Kart-Curt,
Uçkulan, Teberdi, İndiş, Sarıtüz köylerinde bulunmuştur. Karaçay
ülkesinde Kimmerlere ati arkeolojik buluntunun bu kadar fazla olması
Karaçay Malkarlıların kökeninin araştırılmasında büyük önem
taşımaktadır.
"Kimmer" adının etimolojisinin açıklanmasında, arkeolojik malzemeler de
dil verilerini pekiştirmektedir. Kimmer sözünün aslı, Türk dilindeki
"Karaçay" kelimesinin anlamında saklıdır. Türk dilinde "kara" sözünün
bir anlamı da "büyük, güçlü, kudretli" demektir. "Çay/say" sözü Türk
lehçelerinde "nehir" ve "nehir yatağı" anlamına gelmektedir. Bu
açıklamadan, "Karaçay" sözünden "büyük, güçlü, kudretli, nehir" anlamı
çıkmaktadır. Tarihte, bazı milletlerin adları nehir adlarından da
oluşabilmektedir. Bu durum Türk dünyasında çok sık rastlanmaktadır.
Nitekim, "Karaçay" sözü de "nehir adamları" anlamına gelmektedir. Ama
Türk lehçelerinde nehire bir de "kam" veya "kem" kelimesi de
kullanılmaktadır. Örneğin; Yenisey nehrine eskiden "Kem", Yenisey'in
koluna da "Kemçik" deniliyordu. [s.33] Bu sözden, "su ile ayrılmış"
anlamına gelen Karaçay Malkar dilindeki "ayrıkam" kelimesi
oluşmaktadır. Buna benzer olarak, Tuna nehrinin bir diğer adı da
"Kamçiya"dır. Böylece "Kam-er", veya "Kim-er" sözlerinin Türk dilinde
"nehir adamı" anlamına geldiğini ortaya çıkmaktadır. "Suv-ar", "Sub-ar
[Sümer], "Bulg-ar" [Balkar] sözleri yine bu şekilde oluşan sözlerdir.
İskit ve Sarmatların Dilleri
Tevrat'ta İskitlerin adı "Aşkuz" olarak anılıyor. Bu söz, Türklerin
"As-kişi" kabilesinin adı Samilerce biraz değiştirilmiş halidir. IX.
yüzyıl Arap yazarları, mesela Harezmi, İskit devletini, Türk devleti,
As-kişi devleti yada Toguz-oğuz şeklinde adlandırmıştır. Tevrat'ta eski
bir Türk boyu olan İskitleri "Aşkuzlar" adıyla anmaktadır. Bu etnonimde
"As" kelimesi Türkçe'dir ve "yolu şaşırmak", "dolaşmak" yani "göçebe
hayat" anlamına gelmektedir. Şunu da unutmamalıyız, eski Yunanlılar bu
isimden "Asya" coğrafik terimini oluşturmuşlardır. Yine, Asya
kabilelerinin, Kafkas dağlarının eteklerinde ve Kuban bozkırlarında
yaşadıklarını belirtiyorlardı. Büyük bir ihtimalle eski Yunan yazarları
eski göçebe kabilelerinin yaniAsların bu bölgelere yayıldıklarından
haberdar olmuşlardır.
İskit-Sarmat dilinin Türk karakteri taşıdığına, Sarmat liderlerinin
birçoğunun isimleri de tanıklık etmektedir. Bu isimler, Romalı
tarihçiler, Tatsitius ve Ammianus Marcellinus tarafından anılıyorlar.
İskitlerin isimleri sırf şahıs isimleriyle biliniyor. Bu isimler
arasında Türk ve İran kökenli kelimelere rastlanabiliyor. Fakat analiz
için çeşitli yazılı kaynaklarda bulunan cins isim ve farklı terimleri
kullanmadan İskitlerin dilleri hakkında konuşmak anlamsızdır. Üstelik
eski yazarlar bu konu hakkında sessiz kalıyorlar. Bununla beraber
yukarıda anılan Türkçe kelimeler; Targitaos, Kulaksay, Lipoksay,
Arpaksay, Shıltı vs. İskit ve Sarmatların Türk kökenli olduğu
varsayımının lehinedirler.
Bunlara aşağıdaki kelimelerin eklenmesi de uygundur: [s.34] [Bu sayfada harita var]
[s.35] Papay: İskitlilerin en büyük/ulu tanrılarının adıdır. Türk lehçelerinde "büyük" ve "yaşlı" anlamına gelir.
Api: Papay'ın hanımıdır. Türk dilinde "anne" anlamına gelmektedir.
Atey: İskit hükümdarının adı. Genel olarak Türkçe bir sözdür ve "baba" anlamına gelmektedir.
Eyr: "Erkek" ve "koca" anlamına gelen İskitçe bir kelimedir. Türk dilinde bu kelime "er" anlamını taşımaktadır.
Tagı: İskitçe "iplik" kelimesi, Türkçe'de de aynı anlamı taşımaktadır.
Jün: Bu kelime İskitçe ve Türkçe'de "yün" anlamına gelir.
Üşü, iş: "Üşü-mek" anlamına gelir ve Türk lehçelerinde aynı anlamı taşır.
Bu cins isim listesinden de İskit dilinin Türk karakteri taşıdığı
açıkça belli olmaktadır. Ama nedense, İskitler hakkında çalışan bilim
adamları bu verileri görmezden gelmektedirler.
İskit-Sarmat Kültürü ve Hayat Tarzı
İskitler ve Sarmatlar en eski göçebelerdir. İskitlerin kültür ve
hayatlarının Türk karakteri taşıdığı söylenebilir. Güneybatıda tespit
edilen ve I. yüzyıldan kalan kalıntılar da bunu göstermektedir.
Buluntuların içinde bir Sarmat heykeli tespit edilmiştir. Asyalıların
yaptığı gibi, bağdaş kurmuş ve kaftan giymiş, kaymaç gözlü ve yassı
burunlu bir heykeldir.
İskit ve Sarmatların kültür ve yaşam tarzlarında bir çok Türk unsuru
vardır. Örneğin; İskit bilgesi olan Anabarsis İskitler ne yiyorlar
sorusuna kahvaltıda ve öğle yemeklerinde "ekşi süt ve peynir" demiştir.
Bu sözcükler Karaçay Malkar halkının "ayran ve bışlak" kelimeleriyle
özdeştirler ve günlük yemeği karakterize ederler. I. yüzyıl
yazarlarından Plinius yazısında, "Sarmatlar ham una kısrak sütü katarak
besleniyorlar" diye yazıyor. [s.36] Romalı tarihçinin burada ham unu,
kavrulmuş ekin tanelerinden imal dilen unu, yani "kuvut"u ayır
edememesi normaldir. Karaçay Malkarlılar için bu nefis bir yemektir.
Kuvutun içinde genelde ayran ya da yağ katılırdı. Ama kımız da
katılabilirdi. Bu kaynaklarda bir de Sarmatların beyaz tıkız lapa
yediklerinden de söz ediliyor. Bu yemek türü de Karaçay-Balkarların
beyaz un ve buğday kırığından yapılan lapasına yani "kak" yemeğine
benziyor.
İskit ve Sarmatların giyim kuşamlarının, Karaçay Malkar kıyafetlerine
yakınlığını, dizlere kadar olan uzun kapitone deri çizmeler gösteriyor.
Bu çizmeler keçeden yapılmış da olabilir. İskit ve Sarmatlar sivri
tepeli başlıklar giyiyorlardı. Bu başlıklar, Karaçay Malkarlıların
kullandığı başlıklara benzemektedir. Bu başlıkların biçimi, eski
heykellerde ve diğer tasvirlerde görülebilir. İskit ve Sarmatlar bir de
yamçı [kepenek] kullanıyorlardı. Elbiselerinin birçok unsuru farklı
keçelerden yapılıyordu. Bu keçeler İskit ve Sarmatların hayatlarında
geniş bir biçimde kullanılıyordu. Keçe, Karaçay Malkarlıların giyim
kuşamlarında ve hayatlarının diğer kısımlarında ayrılmaz detaylardandır.
İskit ve Sarmat Sanatı
İskit sanatı, dünya kültürünün eşsiz bir tabakasını teşkil ediyordu.
Dünyayı, yaşam tarzını, dünyaya bakış açılarını ve dini görüşlerini
tasvirde en yüksek noktaya gelmişlerdir. Bu amaçla ellerinin altında
bulunan malzemelerin yanında [kemik, ağaç, yün, deri] bir de değerli
metaller, taşlar vs. kullanıyorlardı. Demir ve ağaç eşyaları altınla
süslüyorlardı. İskitlerin savaş temsili halk dansları vardı.
Kuban ve Karadeniz bölgesindeki kabile reislerine ait zengin kurganlar
vardır. [s.37] Dünyadaki bütün müzelerin gıpta edeceği Soloha
kurganında bulunan altın takı, Çertanlık kurganında bulunan altın vazo,
Kul-Oba ve Soloha kurganlarında bulunan eşsiz gerdanlıklar, Kelermenski
köyünün yanındaki kurganda bulunan ayna ile Kırım ve Kuban'da bulunan
eserler göz kamaştırmaktadır.
Arkeologlar, erkeklerin gömüldüğü kurganlardan genellikle silahlar,
altınla süslenmiş okluklar; kadınlarınkinden ise değerli taş ve
metallerden yapılan küpeler, yüzükler, bilezikler, gerdanlıklar, başlık
süsleri v.s bulmuşlardır.
İskit sanatında en fazla; arslan, pars, panter, vahşi atların,
kuş-kartal ve akbabaların resimleri ön plana çıkmaktadır. Keçeler çok
zengin bir görünüşe sahiptir. Bunların arasında, farklı renkte keçe
parçalarının, belli bir düzene göre işlenmiş bütün keçeler de
bulunmaktadır. Bunların tümü İskitlerin geleneksel süsleme sanatına
renklilik katıyordu. Keçe, İskit halılarının çehresi, bezek dizgisi
hazırlama teknolojisi ve kullanımı, günümüzde Karaçay Malkarlıların
geleneksel kültürlerinde de vardır. Bu özellik onların özgünlüklerinden
birisidir.
XVII-XVIII yüzyıl bilim adamlarının bildirdiklerine göre, Karaçay
Malkarlılar da o dönemlerde keçe sanatında bütün Kafkasya'da şöhret
kazanmışlardı.
İskitlerde Toplumsal Hayat
Eski Yunan yazarları, İskit kabilelerinin hayat tarzlarını ve günlük
faaliyetlerini yeterince ayrıntılı açıklamışlardır. Herodotos on beş
tane İskit kabilesi saymaktadır. Bunların arasında; çiftçi-İskitler,
göçebe-İskitler, idareci-İskitler v.s vardır. Bilim adamları, eski
Yunan yazarlarının çiftçi-İskitler olarak adlandırdıkları kabilelerle,
göçebe-İskitler ve idareci-İskitlere bağımlı Karadeniz bölgesinde
yerleşik hayat süren kabileleri kastetmektedirler. Bunlara şarta bağlı
olarak İskit deniliyordu. Gerçek İskitler göçebe-İskitler ve idareci
İskitlerdi. Bunlar diğerlerini kendilerine köle olarak görüyorlardı.
Gerçek İskitler hayatlarını araba-ev üzerine çekilmiş keçe çadırların
altında sürdürüyorlardı. Bunların içinde çocukları doğuyor, büyüyor ve
yaşıyorlardı. Erkek çocuklar çocukluktan itibaren ata binmeyi
öğreniyorlardı. Hayatları at üstünde. akınlarda ve savaşlarda
geçiyordu. Eski tarihlerde, bütün dünyada at biniciliği ve
yetiştiriciliği sanatında İskitler ilk sırada yer almaktadırlar.
[s.38] [Bu sayfada harita var]
[s.39] İskitlerin en önemli ekonomik faaliyetleri hayvan
yetiştiriciliği idi. Özellikle at ve koyun yetiştiriciliği onların
ekonomisinin temeliydi. Ayrıca komşu kabilelere yapılan akınlar,
Karadeniz kıyısındaki devletlere, Yunanlıların hakimiyeti altında olan
şehirlere yapılan seferlerde İskit atları büyük önem taşıyordu. Ticaret
ve avcılık de gelişmiş seviyedeydi.
İskitler hareketli, yüksek organizasyona sahip askeri ve ata-erkil bir
toplum yapısına sahiptiler. Bu toplumun başında reisler, kabile
aristokrasisi, askeri komutanlar ve erbaşları bulunuyordu. Bu toplumda
askeri aristokrasi iktidarının üyeleri arasında üstlere karşı itaat
sistemi vardı. Bunlar belirli kurallar dahilinde çok sıkı kontrol
altındaydı. İskitler, kuzey Karadeniz bölgeleri ve komşu bölgelerde;
Kırım, Ural, Orta Asya, Altay, Kuzey Kafkasya ve Kafkasya ötelerinde
bile tarihte ilk kez kendine özgü hukuk ve kanunları olan bir devlete
sahiptiler. İskit toplumunda din adamlarının, falcıların, kahinlerin
önemi büyüktür. Bunlar güneşe, yıldızlara, doğa olaylarına bakarak
gelecekten haber verme yeteneklerine sahiptiler.
İskitler köleci bir toplumdu. Kabile reisi veya askeri komutanlardan
birisi öldüğü zaman onlarla birlikte onlara ait köleler, cariyeler de
mezara gömülüyorlardı. İskitler kısa ve uzun süreli askeri seferlerde
yerleşik milletlerin korunaklı şehir ve kalelerine yapılan akınlarda
kendi savaş taktikleriyle saldıran ilk kavimdir.
İskitlerin Askeri ve Siyasi Tarihi
[s.40] İskitlerin tarih sahnesinde Doğu Avrupa bozkırlarına ilk
çıkışları ile İskit çağının sona ermesi, bu bölgenin askeri-siyasi
durumuyla yakından bağlantılıdır. İskit çağında uçsuz bucaksız Avrasya
bozkırlarında üç büyük kavim hakim durumdaydı. Bunlar Kimmer, Massaget
ve İskitler idi. Herodotos'un söylediğine göre, İskitler Asyalı
akrabaları Massagetlerin baskısıyla Karadeniz bozkırlarına kaçmak
zorunda kalmışlardır. Bu kaçışla birlikte, İskitlerin bir başka
akrabaları olan, Karadeniz bozkırları ve Karaçay topraklarının da dahil
olduğu Kuban bölgelerinde oturan Kimmerler'le karşılaşmışlardır.
İskitler, Karadeniz bozkırları sakinleri ve yerleşik hayat sürdüren
kabilelerle sürekli savaşmak zorunda kalmışlardır. Bu kabilelerin çoğu
İskitlere bağlı konumdaydı. Sonuç olarak bu kabileler, İskit kültürü,
yaşayış tarzı, örf ve adetleri karşısında büyük tesir altında
kalmışlardır. Bu yüzden, eski Yunan yazarları, İskitleri birtakım
sıfatlarla anmışlardır: çiftçiler, göçebeler vs.
Kimmerler ile İskitlerin akraba kavimler oldukları Tevrat'ta da
belirtilmektedir. Tevrat'ta, Kimmerlerin kurucusu Homer ile İskitlerin
kurucusu Aşkuz'un öz kardeş oldukları ve bunların babalarının Tagarma
olduğunu yazmaktadır. Bu isim değiştirilmiş şekliyle, Türk Tanrısı
"Tengri" [KM: Teyri] başka bir şey değildir. Tagarma'nın, Hazarların
tarafından da kurucu ata olarak sayıldığını da belirtelim. Kaynaklar
İskitler, Kimmerler ve Hazarların akraba kavimler olduklarını
gösteriyor.
İskitlerin Ön Asya Seferleri
Yakın doğu ve Ön Asya eski medeniyetlerinin kaderi ile İskitler sıkı
sıkıya bağlıdır. Bu süreçler şüphesiz Avrupa medeniyetinin gelişmesinde
önemli bir etken olmuştur. Zamanla bu sürece Akdeniz bölgesi, Tuna ve
Ukrayna bozkırları, Kafkasya ve Kafkasya ötesinin devletleri de
katılmışlardır.
[s.41], Ön Asya'nın zengin devletleri ve büyük kültür merkezleri, İskit
liderleri ve askeri birliklerinin iştahını kabartıyordu. Kendi
amaçlarına ulaşmak için İskitler, Kuzey Kafkasya üzerinden Karadeniz
kıyısı ile güneye doğru ilerlemeye başladılar. Bu seferlere belki diğer
Kuzey Kafkasya kabilelerini de dahil etmişlerdir. Herodotos, Ön Asya
harekat yolunu oldukça kesin belirliyor ve "Kafkasya'yı sağ kolu
üzerinde bırakarak..." diyor. Başka türlü fikirler de vardır. Örneğin
İskitlerin Kafkasya'nın batı dere kıyısı ile geçtikleri fikri,
arkeologlar tarafından Kuzey Kafkasya'da [Nesterovski, Nartan,
Kamenonaçtskoy, Aşağı Çegem vs.] ve Kafkasya ötesindeki, M.Ö. I. Bin'e
ait mezarlıklar incelendikten sonra, Herodotos'un ifadelerinin doğru
olduğunu kanaatine varılmıştır. Çünkü bu mezarlıklarda İskitlerden
kalma eşyalar; silah, at eğeri, süsler vs. bulunmuştur. Bunlar
İskitlerin defin törenlerini yansımaktadır.
Kafkasya ötesinde, bu tür anıtlardan, Gudaut'un yanında Kudaurha
köyünde bulunan mezarlıkta da bulunmuştur. Bu seferler esnasında
İskitler, Urartu devletinin merkez kalesi "Teyşebayni"yi, Kuzey
Suriye'de "Kerkemiş" kalesini, Urmiya gölünün yanındaki kaleyi ve
diğerlerini işgal etmişlerdir. Kafkasya ötesinde İskitler güçlü bir
siyasi güç oluşturmuşlardır. Sonradan M.Ö. VII. Yüzyılda bu kavim
bölgenin siyasi hayatında büyük rol oynamıştır. "Yeremiya" adlı Yahudi
Peygamberi kitabında, İskitleri kuzeyden gelen sert ve acımasız bir
millet olarak tanımlıyor. Bu kutsal kitabın yazarı, diğer Tevrat
yazarlarına göre tarihe daha çok önem veriyordu. O şöyle yazıyor; "İşte
getireceğim sizin üzeri-nize, İsrail evine, uzaklardan bir halkı ,
güçlü halkı, eski bir halkı, dilini bilmediğiniz ve anlamadığınız bir
halkı. Onun okluğu açık bir tabut gibidir ve hepsi de cesur
insanlardır. Bütün ürünlerinizi ve ekmeğinizi yiyip bitirecekler.
Oğullarını ve kızlarını, koyunlarını, öküzlerini, üzümlerini yiyip
bitirecekler. Kılıçlarıyla umut ettiğiniz şehirleri harap
edeceklerdir..." Bütün bu kehanetlerin hepsi gerçekleşmiştir. Ön
Asya'nın birçok şehri yakılıp yıkıldı. M.Ö. VII. Yüzyılın 70'li
yıllarında İskit kralı İŞPAK, Asur Krallığına baskın yapmıştır.
Asurluların kralı Assarhadon
[s.42] [Bu sayfada harita var]
[s.43] büyük uğraşlardan sonra İskitlerle barış anlaşması yapmayı
başarıyor. Kendi kızını da İskit kralı Partatua'ya veriyor. Bu tarihi
durumu değerlendirirken, Asurların bu dönemde büyük ve güçlü bir devlet
olduğunu unutmayalım.
Kısa bir süre sonra İskitler güneye doğru hareket ederek, Filistin ve
Suriye dolaylarına kadar gelirler. Buradan Mısır'a geçmeyi
amaçlıyorlardı. Ama Firavun Psametih [M.Ö. 663-616] onları karşılamış
ve birtakım "hediyelerle" İskitlerin daha da ilerlemelerini önlemiştir.
Herodotos'un ifadelerine göre, İskitler Ön Asya'da 28 yıl kalmışlar ve
burayı yerle bir etmişlerdir.
İskitlerin Ön Asya'da 28 yıl kaldıkları konusunda, Herodotos'un verdiği
bilgileri, bazı bilim adamları, diğer antik tarih verileriyle de
karşılaştırmak suretiyle, İskitlerin Ön Asya'da 28 yıldan daha uzun
süre kaldıklarını düşünüyorlar. Öte yandan, İskitlerin bir kısmının
Karadeniz kuzeyi ve Kafkasya bozkırları ile batı Kafkasya sahillerinden
geçerek geldikleri bilinmektedir. İskitlerin Ön Asya'da bulundukları
süre, İskitlerin ve orada yaşayan halkların kültür ve dillerini
etkilediği söylenemez.
Darius'un İskit Seferi
Ön Asya'nın birçok şehrini yağmalayıp harabeye çevirdikten sonra,
İskitler geldikleri yerlere, Kafkasya ve Karadeniz bölgelerindeki
yurtlarına döndüler. Fakat geri dönmeleri o kadar da rahat olmadı.
İskit devletinde ulusal çapta büyük bir iç savaş çıkmıştı. Nedeni ise,
İskit askerlerinin karıları uzun süre kocaları gelmeyince kölelerle
ilişkiye girmeleriydi. Bu köleler ile İskit kadınlarından yeni nesil
bir oluşmuştu. Bunlar, İskitler Medya'dan geri dönerken onların
İskitya'ya girmesini önlemek istemişlerdi. Geniş hendekler kazarak
onların önlerini kesmişler ve İskitlerle savaşa girmişlerdir.
[s.44] İskitlerin saldırıları önceleri başarısızlıkla sonuçlansa da,
bazı savaş taktiklerini değiştirerek, nihayetinde bu savaşın galibi
olmayı başarmışlardır. Bu dönemde İskitya, birbirlerinde bağımsız
parçalara ayrılmış büyük bir siyasi federasyon şeklindeydi. Bu
federasyon içerisinde sık sık kanlı savaşlar cereyan etmekteydi.
M.Ö. VI. yüzyılda, İskitler dünya siyasetinin merkezi sayılıyordu. Aynı
dönemde, sınırları Ön Asya ve Anadolu'dan Hindistan'a kadar yayılan,
güçlü devletlerden olan Pers İmparatorluğu, İskitlere karşı bir sefer
düzenlemiştir. Pers ordularının başında Darius bulunuyordu. 150 yıl
önce Ön Asya'ya gelen ve 28 yıl boyunca her tarafı yerle bir eden
İskitleri durdurmak için büyük bir savaş seferberliği yapmıştır.
Yaklaşık M.Ö. 513 yılında, Darius'un büyük ordusu İskitlere karşı
sefere çıktı. Herodotos'un anlattıklarına göre, Darius'un ordusunda 700
bin asker ve 600 gemi varmış.
Darius'un orduları, Yunanlıların Tuna nehri üzerine yaptıkları köprüden
geçerek İskit sınırların geçerler. İskitler, meydan savaşı ile Pers
ordusunu yenemeyeceklerini anlayınca, gerilla savaşı taktiğini
uyguladılar. İskit savaşçıları, Pers birliklerine yıldırım gibi akınlar
yapıyorlar ve uçsuz bucaksız bozkırlarda kayboluyorlardı.
İranlılar saldırıların hiçbirinde üstün gelememişlerdir. Aksine, büyük
kayıplar vermişlerdir. Öfke içinde, yerinde duramayan Darius en sonunda
İskit kıralı İdantirus'a elçilerini göndermek zorunda kalır. Darius,
elçilerinden şu sözleri iletmesini istiyor; "Eğer sen kendini benim
kudretimle denk görüyorsan, neden sürekli kaçıp duruyorsun. Sürekli
kaçmayı bırak da benimle savaş." İskit kralı da cevap olarak şöyle
diyor; "Eğer sizler savaşı hızlandırmak istiyorsanız ve eğer
cesaretiniz de varsa, bizim atalarımızın mezarlarını yağmalamaya
kalkışın. İşte o zaman Persler, İskit askerinin gerçek savaş gücünü
göreceklerdir. Sen, benim efendim olduğunu söylediğin için bunun
cezasını çok ağır ödeyeceksin..."
Bunu müteakip, İskit ve Pers orduları tekrar karşılaşırlar.
Herodotos'un anlattıklarına göre, bu sırada İskit askerleri arasından
bir tavşan koşarak geçiyor. İskit askerleri, savaşı unutup tavşanın
peşinden koşmaya başlıyorlar. Bunu duyan Darius, "Bu adamlar bizimle
alay ediyorlar. Biz bunları savaşta yenemeyeceğiz anlaşılan" diyor ve
ordusunu geri çekiyor.
İskit askerlerinin bu "ilginç" tavşan kovalaması ile ilgili ve Karaçay
Malkar kültürüyle bağlantılı olarak 1885 yılında gerçekleşen bir olayı
anlatalım.
XIX. yüzyılda, meşhur Sosyolog ve Kafkasolog M.M. Kovalevskiy,
Malkarya'da Bıllım köyü yakınında eski bir mezar kazısı yapıyordu.
Çalışma sırasında Malkar işçileri yanlarından geçen bir tavşan
görmüşler ve ellerindeki araç gereçleri bir yana bırakıp tavşanı
yakalamak için peşinden koşmuşlar. Tavşanı yakalayıp onunla biraz
oynadıktan sonra geri bırakmışlar. Bu durum, Kovalevskiy'i hem
şaşırtmış hem de çok etkilemiş. İskit askerlerinin önemli bir meydan
savaşı sırasında, bir tavşan peşinde koşmaları ile Malkarlı işçilerin
bu olaya benzeyen tavşan peşinde koşmalarını birbirine çok benzediği
şeklinde yorum yapmış.
Karaçay Malkarlılar da dahil olmak üzere, Türk halklarının birçoğunda,
"aşık" oyunu yaygındır. Arkeologlar, M.Ö. II. bin'e ait çocuk
mezarlarında da bu oyun aşıklarını bulmuşlar. Örneğin,
Kabardey-Balkar'da Kispen köyünün yanındaki kurganda, bronz çağa ait
aşık kemiklerine rastlanmıştır.
Sümerlerin Ur şehrinde, M.Ö. III. Bin'e ait anıtlarda bulunmuş ve necef
taşından yapılmış aşık oyun kemikleri ilgi çekicidir. Buna bağlı olarak
şu önemli olguyu göz önünde tutmamız gerekiyor; M.Ö. VI. yüzyıla ait,
Kabardey ve Malkar'da İskit kurganlarında bronz aşıklar da bulunmuştu.
Karaçay Malkarlıların kültür ve tarihlerini aydınlatmada bu
benzerlikler büyük önem taşımaktadır.
[s.46] [Bu sayfada harita var]
İskit Kralı Atey ile Makedonyalı Filip Mücadelesi
[s.47] İskitlerin batı sınırlarında en çok bilinen olay, İskit kralı
Atey'in faaliyetleridir. Atey, "köleci İskit" devletinin kurucusu
olarak tanınır. M.Ö. IV. yüzyılda Atey, Tuna nehrinin sağ kıyısında
kalıcı olarak yerleşmişti. Eski yazarlar bu alana küçük İskit devleti
diyorlardı. Diğerleri, Dneper nehri kıyılarında ve Karadeniz kuzeyi
bozkırlarında yaşamaya devam etmekteydiler. Atey, Tuna nehri civarı
bölgelerde etkin bir siyaset sürdürüyordu. Yazılı kaynaklarda Atey'in,
Bizanslıları tehdit ettiği bildiriliyor. Bu bölgenin kavimlerini
yenilgiye uğrattığı da yazılıdır. İskitlerin askeri ve siyasi
tarihinde, Atey'in Makedonyalı Filip ile [İskender'in babası] yaptığı
savaş önemli yer teşkil etmektedir.
İskitler komşu bir kavimle savaş durumunda iken, savaş İskitlerin
aleyhine cereyan ederken Atey, Filip'ten yardım istiyor. Filip, Atey'in
ricasını olumlu karşılıyor fakat bir şart koyuyor; Atey, Filip'i
veliahtı olarak görecek, yani Atey'in ölümünden sonra İskit devleti
Filip'in olacak. Bu sırada Atey yaklaşık 90 yaşındaydı. Atey onun bu
isteğini hoş karşılamıyor. Bundan sonra aralarındaki ilişki
gerginleşiyor ve Filip İskitlere savaş açıyor. Atey ordusunu bizzat
kendi yöneterek büyük bir savaşa giriyor. Fakat Atey, savaşı kaybediyor
ve kendisi de savaş alanında ölüyor.
Atey'in bu mücadelesi, Karaçay Malkar halk edebiyatında destan
kahramanı, soylu Açey'in düşman kavimleri ile olan mücadelesini
hatırlatmaktadır. Hiç şüphesiz Atey ve Açey isimleri aynıdır.
Atey'in krallığı döneminde İskit devleti en kudretli ve en parlak
zamanını yaşıyordu. Atey'in ölümü ve Flilp'e yenilmesi M.Ö. I. Bin'in
en kudretli devletlerinden olan İskit devletinin çöküşünün
başlangıcıdır. [s.48] Atey'in ölümülyle sonuçlanan savaş M.Ö. 339
yılında gerçekleşmiştir. Sekiz yıl sonra Makedonlar yıkıcı bir darbe
daha indiriyorlar. Karadeniz bölgesinde İskit devletinin egemenliği
çökmeye başlıyor. Sonuç olarak bir darbe ile İskitler sonu geliyor.
M.Ö. II. yüzyılda, tarih sahnesine İskitlerin mirasçıları,
Hun-Bulgarlar ve Sarmatlar çıkmaktadır. İskit yıkılması ile Karaçay
Malkarlıların etnik oluşumlarının ikinci safhası da tamamlanmış oluyor.
V. Bölüm
Karaçay Malkarlıların Etnik Oluşumunda
HUN-BULGARLAR
Hun-Bulgarlar, İskitlerin tarih ve kültür mirasçıları olarak
sayılmaktadır. Temel etnik belirti olarak da, İskitler ile Hunların
defin törenlerinin aynı olmasıdır. Bunlar aynı kurgan tiplerine
sahiptirler. Mezarlıkları aynı şekilde kalın ağaç kütüklerinden yassı
ağaçlar imal ederek yapmışlardır. Aynı zamanda kurban olarak "at"
seçmişlerdir. Hunların, Karadeniz kıyılarında, Tuna bölgesinde,
Kafkasya ve diğer bölgelerdeki eski İskit topraklarındaki anıt
mezarları iyi bilinmektedir. Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes
topraklarında çeşitli biçimlerde Hun anıtları bulunmuştur. Arkeologlar,
Baksan nehri vadisinde ve Karaçay ülkesinde Baytal-Çaphan bölgesinde
ilgi çekici arkeolojik eserler tespit etmişlerdir.
Kuzey Kafkasya Hunları
Ortaçağ yazarlarının bildirdiğine göre Kuzey Kafkasya'da, özellikle
Dağıstan sahilleri bölgesinde, Hunlar tarafından yönetilen ve Türk
kavimlerinden oluşturduğu güçlü bir devlet yaşamakta idi. Hunların
devlet oluş dönemleri, Kafkasya ve Kafkasya Ötesi ile yakın doğunun
tarihi ve askeri-siyasi gelişmesinde büyük etken olmuştur.
[s.49] Tarihi Çin kaynaklarında Hunların, M.Ö. III. yüzyılda "Syunnu"
adı taşıyan bir Asya kabilesi olduğu belirtilmektedir. Ama Orta Asya
bozkırlarında M.Ö. II. bin'de ve M.Ö. III. bin'de Hunların etno-kültür
yapılaşmasını sağlayan kaynak mevcut değildir. Oysa, M.Ö. III. bin'de
Hunlar, bir kral tarafından yönetilen, askeri yapıda bir devlet olarak
kısa zamanda ortaya çıkmıştır. Eğer böyle bir kaynak bulunamıyor ise
Hunların kökenlerini ve millet olarak oluşmalarını Orta Asya
bozkırlarında aramak doğru olmaz.
Hunların kökeninin Volga-Ural nehirleri arasındaki bölgeden, Orta Asya
bölgelerine sızan en eski üç Kurgancı-Afanasevo kabilelerinden
geldiğini söylemek daha doğrudur. İşte bunun için daha sonraki
dönemlerde Hunlar askeri seferlerini bu bölgelere, yani eski yurtlarına
yönlendirmişlerdir.
Hunların, M.Ö. III. yüzyılda, birçok farklı milletin yaşadığı Avrasya
bölgesinden yıldırım hızıyla çıkmalarını, öte yandan M.Ö. I. yüzyılda,
Hunların bütün Hazar havzasına hükmetmelerini ve Dionius Perieget'in
bildirdiğine göre Hazar denizinin Dağıstan kıyılarında güçlü ve büyük
devlet oluşturmalarını ve bu devletin Attila'nın hükmettiği dönemde
Roma İmparatorluğunu bozguna uğrattığını açıklamak zordur.
Tarihte "Kafkasya Hunları" şeklinde bir kavramın geçmesi, Karaçay
Malkar halkının tarihinin ortaya çıkarılması bakımından çok önemlidir.
III. yüzyılın 60'lı yıllarında Kafkasya Hunları, İran ordusunda yer
almışlardır. 90'lı yıllarda ise, Ermeni kaynaklarına göre Hunlar, Ön
Kafkasya'da bulunuyorlardı. Bir de 293 yılına ait bir Sasani
yazılarının birinde Kafkasya'daki Türk Hakanlarından birinin ismi
bulunmaktadır. 363 yılında Ermeni, Roma ve İran yazarları Kafkasya
geçitlerini, özellikle Derbent geçidinin korunması ve
sağlamlaştırılması gerektiğini yazmışlardır. [s.50] Çünkü Hun orduları
sürekli olarak Ermenileri, İranlıları ve yakın doğu halklarını akın ve
seferler düzenleyerek rahatsız ediyorlardı. Bu durum, Sasani-İran
devletinin derbent geçidini korumaya sevk etmiştir. Bu istihkamın adı
Türklerde "Temir Kapı" yani "Demir Kapı" [Derbent] olarak anılmaktadır.
Hunların, Avrupa'da ortaya çıkmalarından önce Kafkasya'da savaşçı bir
millet olarak ortaya çıkmış ve bu bölgeye yerleşerek kendi devletlerini
kurmuşlardır. Arap ve Fars yazarları bu devletin başkentinin,
Dağıstan'daki Sulak nehri vadisindeki Verhniy Çir-yurt köyünün yanında
Varaçaya'daki "Belencer" şehri olduğunu söylüyorlar. Sonraki dönemlerin
yazarları bu şehri ya da "Balancar" devletinin Hazarların yurdu
olduğunu yazmışlardır. Gerçekten Hun kabileleri arasında Hazarların
ataları da yer almıştır. Onlara o zaman "Basil" denilmiştir
[Bas/baş/önder-il/el/halk, yani asil halk, soylu halk ].
Kaynaklar Hunların "atlarına yapışık süvariler" olduklarını
yazmışlardır. Eski tarihçilere göre "Onlar her tarafa düzensiz
koşuyorlar ve beklenmedik bir anda geri dönüp akın yapıyorlardı, sivri
kemik uçlu mızraklarla savaşıyorlar, göğüs göğüse geldikleri zaman
cesurca kamalarla savaşıyorlardı. Saldırılardan sıyrılarak düşmanlarını
kementlerle bağlıyorlardı." Yazılı kaynaklarda Hunlar, İskit ve
Kimmerlerle, özellikle de "yönetici/kral İskitler"le
özleştirilmişlerdir. İskitlerin "As-kişi" etnonimi yada onun özü "as"
eski kaynaklarda, özellikle eski Gürcü belgelerinde özellikle V.
Yüzyılda Gürcüstan'da, Vahtang çarının yönetim döneminde gerçekleşen
Hun akınında Hunlara "Ovs" ve "Os" denilmiştir. Böylece biraz önce
yazdığımız özleştirme pekiştirilmiş oluyor. Gürcü kaynaklarındaki "Ovs"
sözü Türklerin "As" kabilesinin adının biraz değiştirilmiş halidir.
Hunlar Avrupa'da, Attila'nın Devleti
Hunların güney Rusya bozkırlarına ve Avrupa açıklarına saldırmaları, bu
bölgelerde yaşayan kavimleri sarsmıştır. Bu olay tarihte "büyük
kavimler göçü" adıyla anılmaktadır. Hunların akını, bütün dünyada
hakimiyeti sürdüren büyük Roma İmparatorluğunun [s.51] [Bu sayfada
harita var] [s.52] çöküşüne neden olmuştur. Bilim adamlarının, M.S. IV.
yüzyılda, 375 yılında gerçekleşen Hun akınları sırasında, Hunları
"vahşi barbarlar" olarak adlandırmaları, dönemin Romalı küçük burjuvası
görüşünden kaynaklanmaktadır. Bu dönemde, eski Roma İmparatorluğunda
şiddetli iç çekişmelerin sürdüğünü de unutmamalıyız.
XVII-XIX yüzyıl tarihçilerinin dikkatini çekmekle birlikte, Hunların
Avrupa öncesi tarihleri iyi araştırılmamıştır. Bununla birlikte,
Hunların Avrupa'ya doğudan, Don nehri ve Azak denizi ötesinden gelmiş
oldukları ve Türkçe konuştukları şüphesizdir.
Tuna bozkırlarındaki, vaktiyle "Küçük İskitya"nın kurulduğu topraklarda
Hunlar, adı efsanelerle anılan "Attila" adlı önderlerinin yönetimi
altında, yeni bir devlet kurdular. Attila ismini bilim adamları Türkçe
"ata" sözünden kaynaklandığını düşünüyorlar. V. Yüzyıl boyunca Attila,
Avrupa'da etkin bir siyaset sürdürmüştür. Avrupa'da bir kavim ve
devleti hakimiyeti altına almıştır. Bu dönemde, hiçbir kavim veya
devlet, Attila'nın siyasetine ters veya karşı bir yol izleyememiştir.
Yaşlandığı sıralarda Attila kendisinden oldukça genç ve güzel bir kızla
evlenmiş ve gerdek gecesi ölmüştür. Oğulları onun kurduğu düzeni devam
ettiremediler ve her biri kendi yönetimi altındaki halklar ile
hükümdarlık makamına hak iddia etmeye başlamışlardır. Sonuçta bu da iç
savaşlara neden olmuştur. Bu durum, babalarının kurduğu ve bütün
Avrupa'nın önünde titrediği devletin çökmesine yol açmıştır.
Hunların Kuzey Kafkasya'daki Torunları
Bizans'ın en itibarlı tarihçilerinden olan Prokopius Kesarskiy [V. yy]
yazılarında "Azak denizi ve Don nehri kıyılarında eskiden Kimmerler
yaşıyorlardı. Şimdi ise buralarda Utigurlar adında kabileler topluluğu
yaşıyorlar" diye yazmıştır. Bu adı geçen kabile hakkında şunları
söyleyebiliriz. Hun krallarından birinin, Utigur ve Kutigur adlı iki
oğlu olmuştur. Babalarının ölümünden sonra bunların her biri
kendilerine tabi olan kabilelerle "Utigur" ve "Kutigur" kavimlerini
kurmuşlardır. Bunlar sonradan eski Bulgarların etnik parçalarını
oluşturmuşlardır. [s.53] Birçok bilim adamı bu fikri destekliyor ve
Bulgarların Hunların bir kolu oldukları görüşündedirler. Attila'nın
devletinin çöküşünden sonra, bazı kabileler Atilla'nın küçük oğlu
İrnek'in yönetimi altında Tuna ve Dnester nehirleri arasında Küçük
İskitya'da toplanıp birleşirler. IX. asıra ait "Tuna Bulgar Hanları
Listesinde" İrnek'in ismi geçmektedir.
Bulgarlar sadece Karadeniz kuzeyi bozkırlarda değil, Kafkasya ve Volga
boylarında da kendilerini tanıtmışlardır. Kafkasya Bulgarları hakkında
en eski bilgiler eski Ermeni kaynaklarında geçiyor. Bu kaynaklarda,
Ermeni kralı Vaharşak [M.Ö.149-127], Kafkasya dağının kuzey
yamaçlarında, güney dağından büyük ovanın ağzına kadar uzanan vadi ve
derin boğazlarda yaşayan kabileleri toplamış ve onlara insanları tutsak
etmeyi, hayvan hırsızlığını, kısacası eşkıyalık yapmayı bırakmaları
onlara direktifler vermiştir.
Bu kaynaklara göre, Vaharşak'ın oğlu I. Arşak'ın yönetim döneminde
[M.Ö.127-114 yıllar arasında], "Kafkasya dağları arasındaki Bulgar
topraklarında, büyük kargaşalık ortaya çıkmış, burada oturanların
birçoğu yerlerinden ayrılarak bizim topraklarımıza gelmişler ve
Kahun'un güneyine, verimli topraklara uzun süre kalacak şekilde
yerleşmişlerdir." Bulgarların yeni yerleştikleri bölgede akan bir
ırmağa bugün bile "Bolgar çayı" denilir.
Ermeni topraklarının çevresini, etnik-siyasi ve coğrafi durumunu iyi
bilen Ermeni kaynakları, Kafkasya Bulgarlarının, M.Ö. II. yüzyılda dağ
ve dağ etekleri ile boğazlarda yaşadıkları ve Kafkasya dağlarına
"Bulgar dağları" denildiğini iddia ediyorlar.
Yukarıda anlatıldığı gibi, Hunların Kuzey Kafkasya'da III. yüzyılda
güçlü bir devlet oluşturdukları, V. asırda ise, Prokopius'un
ifadelerine göre, Hunlar Bazuk'un [Bazık: iri, güçlü] ve Ambazuk'un
[Embazık: en iri, en güçlü] yönetimi altında Kafkasya ötesini ve Daryal
geçidini kontrol ettikleri bilgileri pekiştirilmiş oluyor. VI. asırda
yaşayan Suriyeli Zakharios Rhetor'un tanıklığına göre eski Hun
devletinin yerinde, Derbent'in kuzey tarafında Hunların torunları olan
Bulgarlar oturuyorlardı.
Kubrat Han'ın "Büyük Bulgarya" Devleti
[s.54] Kuzey Kafkasya'da M.Ö. II. asırdan itibaren Bulgar kabileleri
oturmuşlardır. Bu durum yazılı kaynaklarda anlatılanlara göre
yorumlanmaktadır. Fakat bu kabileler, Kafkasya'ya yerleştikleri zaman
değil, daha sonra belirli tarihi olayların cereyan etmesi sonucunda
yazılı kaynaklarda yer almaya başlamışlardır. Buna göre, Bulgarların
Kafkasya'da daha erken dönemlerde geldikleri düşünülmelidir.
III-IV. yüzyılları arasında Kafkasya'nın kuzey doğusunda, Dağıstan'ın
sahil bölgesinde Hun devleti kurulmuştur. Daha sonra bu devletin
içinden, Kafkasya ve güney Rusya bozkırlarında kurulan Hazar Kağanlığı
doğmuştur. V-VI. yüzyıllarda Kafkasya'nın kuzey batısında, özellikle
Kuban bölgesinde, eski Bulgar devleti kurulmuş olup buna Bizans
kaynaklarında "Büyük Bulgarya" [Magna Bulgaria] denilmiştir.
Anlaşılacağı üzere, III-VI. yüzyıllarda Kafkasya iki ayrı Türk
devletinin, kuzey doğuda Hunların ve kuzey batıda Bulgarların kontrolü
altında olmuştur.
V-VI. yüzyıllarda Avrasya kıtasının bozkırları bu bölgede yer alan iki
büyük Türk kabileler birliği arasında süren savaşlarla sarsılmıştır. Bu
kabileler birliği, Doğu Kağanlığı [Orta Asya'da], Batı Kağanlığı
[Sır-derya ve Ural dağlarından Tuna ve Kafkasya'ya kadar uzanan
bölgelerde] yer alıyordu.
Fakat bu Kağanlıkların içinde, soylu ailelerin iktidarı elde etme
uğraşlarından ötürü, sürekli kargaşalık mevcuttu. Batı Türk
Kağanlığında bu üst tabaka aileleri "Aşına" ve "Dulo" sülaleleriydi.
630-631 yıllarında bunların arasında çıkan bir savaş bu devletin gücünü
sarsmıştır. Bu durum, bazı boyların Kağanlıktan ayrılarak
bağımsızlıklarını elde etme imkanını vermiştir. Bu fırsatı kaçırmayan
ilk Türk kavmi de Bulgarlar olmuştur. Bulgarlar, bunu müteakip, 582-584
yıllarından itibaren bağımsız bir devlet gibi hareket etmeye
başlamışlardır.
Bulgarların başına, ileri görüşlü olan soylu önder Kubrat geçmiştir.
Kubrat Bizans'ta vaftiz edilmiş ve uzun yıllar eğitim görmüştür.
Konstantinopolis [s.56] [Bu sayfada harita var] [s.57] sarayı ile çok
yakın bağlantı halinde olmuş ve Bulgar hükümdarı olarak kendi
siyasetini yürütmüştür. Yürüttüğü bu siyaset onu yükselen Hazar
gücünden korumuştur. Bizans için ise doğu sınırlarında Hazarlara karşı
güvenli bir tampon bölge olmalıydı.
635 yılında Kurbat, Azak ve Kafkasya bölgelerindeki Bulgar kabilelerini
"Büyük Bulgarya" adı altında birleştirmiştir. Kubrat'ın hükümdarlığı
584-642 yılları arasında olmuştur. Bizans yazılı kaynaklarına göre,
Kubrat her zaman Bizans'ta güler yüzle karşılanmış ve Kubrat yaklaşık
altmış yıl hükümdarlık yapmıştır.
VII. yüzyılın başında güçlü Hazar devleti, Bulgarları da egemenliği
altına almıştır. Kubrat'ın ölümünden sonra oğulları Batbay, Kotrag ve
Asparuk kendilerine bağlı olan kabilelerle farklı bölgelere
gitmişlerdir. Asparuk Tuna'da, Küçük İskitya'nın ve sonradan Attila'nın
devletinin yer aldığı bölgeye gitmiştir. Kotrag, Don nehri takip ederek
kuzeye doğru gitmiş ve buradan da Volga bölgesine geçmiştir. Kubrat'ın
büyük oğlu Batbay [Batian/Basian?] ise babasının yurdunda kalmış ve
kısa bir süre sonra Hazarların egemenliğini kabul etmiştir.
Hazar tarihi uzmanlarının, eski Bizans ve doğulu yazarlarının
ifadelerine göre Hazarlar ve Bulgarlar aşağı yukarı aynı dili konuşuyor
ve soydan idiler. Orta çağa ait yazılı kaynaklar, Kafkasya'da Kuban
bölgesindeki Bulgarları dört kabileye ayırırlar; Kupi-Bulgar,
Duçi-Bulgar, Oghondar-Bulgar ve Çdar-Bulgar. Eski Türk kabilelerinin
genellikle kendilerine nehir adı vermiş oldukları görüşünden hareketle,
burada da geleneğin devam ettiği görülmektedir. Bunu müteakip
Kupi-Bolgarların Kuban Bulgarları olduğu sanılmaktadır. Ama
diğerlerinin açıklaması şimdiye kadar yapılamamıştır. Bize göre,
Orhondar Bulgarlar, Orhon nehri kıyılarında yaşamış olan ve sonradan
Bulgarlara katılan bir Türk kabilesidir. Bazı yazarlar,
Duçi-Bulgarların adını Kuçi-Bulgarlar olarak okumaktadırlar. O zaman
Kuçi-Bolgarlar adı altında Ku ve Çu nehirleri kıyılarında yaşamış olan
ve daha sonra Bulgarlara katılan Türk kabileleri kastedilmektedir. Bu
kabileler muhtemelen Ku-kişi ve Çu-kişi, yani Ku ve Çu nehirlerinden
dolayı bu adlarla anılıyorlardı.
[s.57] Bazı yazarlar, Bulgarların "Utigur" kabilesinin adı ile "Digor"
adı arasında bağlantı kuruyorlar. Digorlar [Döğerler], Reşidüddin ve
Mahmud Kaşgarlı'nın anlattıklarına göre, Oğuz Türkleri'nin bir kolunu
oluşturuyorlardı. Karaçay Malkarlıların ve Digorların dilinde "çdar"
sözü "tsdar" [star/stur] olarak söylenirse, bu söz "büyük" anlamına
geliyor. Sözgelimi Digorca, "Stur-Digora" [Büyük Digorya]. O zaman
Çdar/Tsdar-Bulgar "Büyük Bulgar" anlamına gelmektedir. Bu söz "Ulu
Malkar" yani Büyük Malkar sözüyle ile eş anlamdadır.
Hun-Bulgar ve Hazarların Etnik ve Toponimik Mirası
Hunlar'ın bir kısmı Bulgarların bir kolu olan Kuturgur boyu adı,
Malkarlıların Çegem vadisindeki çok eski olan köylerinden biri olan
"Güdürgü" köyünün adında hatırası devam etmektedir. Hun-Massagetlerin
adı ise Malkarların efsanevi kurucularından ve prens sülalelerinden
"Misak" adında saklıdır.
Hazarların adı, Malkarlıların Bıllım köyü yakınında bulunan ortaçağdan
kalma "Hazar-kala" köyü kalıntısı devam ettiriyor. Bu yerleşim
biriminin araştırılması 1930'lu yıllarda yapılmış.
Hazar Hakanı Yusuf, IX. yüzyılda Hazar devletinin güneyinde, Gürcistan
ülkesine komşu dağlarda "Basi" veya "Bas" adı taşıyan Hazar
kabilelerinin yaşadığını yazmıştır. Bu isimden Malkarlıların bir
kurucusunun olan, "Basiyat"ın adı çıkıyor. Basiyat, Malkarlıların prens
sülalelerinin soy atası sayılmaktadır. Muhtemelen, Gürcülerin
Malkarlılara verdiği "Basian" adı, kökenini eskiden burada yaşayan
Hazar kabilesi "Bas"lardan almıştır. Bulgarların adı ise bugünkü
Malkarlıların kendilerine verdikleri addır. "Balkar" adını diğer komşu
halklar da biliyorlardı ve onların aracılığı ile XVII. yüzyıl
başlarında "Balkar" adı Rus belgelerine geçmiştir. "Malkar" adı [Balkar
sözü ile eş anlamdadır] sadece Çerek vadisinde yaşayanlara, diğer
vadilerde yaşayanlar [Holam, Bızıngı, Çegem, Bashan] tarafından verilen
bir addır. Bunun dışında bazı dilbilimciler Çerek boğazında yaşayan
Malkarlıların dillerinde olduğu gibi Bulgarların dillerinde de [ç sesi
yerine] "ts" sesinin kullanıldığını ileri sürmektedirler.
[s.58] Bulgarların bazı kabilelerinin ve soylarının adları, bugün
Karaçay Malkar köylerinde hatırasını devam ettirmektedir. Sözgelimi;
Güdürgü, Çılmas, Bulungu, Hurzuk, Uçkulan, Bitturgu, Bıllım vs.
Bulgar hanı Asparuk'un adı Karaçay Malkar dilinde "gururlu" ve
"haşmetli" anlamlarına gelir. Karaçay Malkar Türkçesinde "ospar" sözü,
"gururlu" ve "kibirli" anlamlarına gelir iken, "osparlık" sözü de
"kendine aşırı güvenme, kurum, çalım" anlamlarına gelir. Tuna Bulgar
Devletinde ise şöyle bir hidronim vardır; Kam-çay/Kamçiya [Kam nehri
anlamına geliyor]. Adı buna benzeyen bir nehir de Yukarı Çegem köyünde
de vardır. Bulgaristan'da "Karnovat" adlı köy vardır. Bu köyün adaşı,
Çerek nehrinin doğduğu yerde eskiden yer alan Malkarlı "Kurnayat"
köyüdür. Karaçay'daki "Mara" adlı köyün, Bulgaristan'da ise "Mara" adlı
bölge ile benzerliği dikkat çekmektedir. Yine, Bulgaristan'da bir
bölgenin adı "Karaçala obası"dır. Bu Karaçay dilinde "Karaçaylıların
mezarlığı" anlamına gelmektedir.
Güney Rusya ve Kafkasya bozkırlarını birleştiren Hazar Kağanlığının
asıl nüfusu Türkçe konuşan Bulgar ve Alanlardan oluşuyordu. Hazarlar,
VIII. yüzyılın 30'lu yıllarında başkentlerini Dağıstan'ın sahil
kıyısından İtil tarafına taşımışlardır. Belki bunun nedeni Hazarlar ile
Araplar arasındaki savaş idi. Fakat bunun dışında bir de, İtil-Ural
nehirleri arasında yer alan eski ata yurtlarına onları kanları
çekiyordu kim bilir.
Kafkasya'da Hazar Kağanlığının en büyük arkeolojik anıtı, Kuban
nehrinin sağ tarafında yer alan yeni Humara köyünün yanındaki,
Bulgarlardan kalma eski "Humara" şehridir. Bu müstahkem mevki [çevresi
kale surlarıyla çevrili şehir] büyük taş duvarlarla çevrilidir. Bu
duvarların uzunluğu 3,5 metreden 6 metreye kadar çıkabilmektedir. Bu
şehirde aktif hayat, VIII-X. yüzyılları arasında geçmiştir. Fakat
incelemelerden anlaşıldığına göre bu şehirde daha eski dönemlere ait
hayatın izleri de izlenebiliyor.
Humara'da yapılan kazılarda arkeologlar çeşitli konut türlerini
bulmuşlardır. Bunlar taş konutlardan başlayarak göçebe çadırları ve
yeraltı evlerine kadar değişmektedir. Burada farklı mezar türleri de
bulunmuştur.
[s.59] Taş döşeli mezarlar, kaya içine yapılan mezarlar, toprak
mezarlar vs. Bulunan birçok mezarların tümümün tabanına keçe serilmiş
olduğu müşahede edilmiştir. Bu gelenek M.Ö. III. asırda Kafkasya'da
yaşayan göçebe kavimlerin defin tarzını andırmaktadır.
Eski Humara şehrinin çevresinde eski Türk yazıtları bulunmuştur. Bu
yazıtlardaki dilin fonetiği bugünkü Karaçay Malkar dilinin fonetiğine
benzemektedir.
Bütün bu arkeolojik verilerden ve yazılı kaynaklardan anlaşıldığına
göre, eski Humara şehrinin, Kafkasya Bulgarlarının ve Hazar
Kağanlığının askeri, siyasi, kültür ve iktisadi merkezi olduğunu
göstermektedir.
Humara şehrinin etrafında Bulgarlardan kalma birçok arkeolojik eser
bulunmuştur. Bunların arasında; Kislovodsk şehrinin yanında 10'dan
fazla Bulgar yerleşim yeri, İndiş nehrinin yukarı kısmındaki Tamgaçık
bölgesinde, İndiş Başı ve Caşırın Kala civarında, Karaçay'da Kuban
ırmağının doğduğu yer olan Ullu Kam ırmağının yanındaki Bulgarlardan
kalma eski eserleri sayabiliriz.
Malkar ülkesinde de buna benzer çok sayıda Bulgar anıtları mevcuttur.
Sözgelimi, Aşağı Çegem ve Laşkuta köylerinin yanındaki yerleşim
yerlerinin kalıntıları, Kaşhatav köyünün yanındaki mezarlık, Yukarı
Çegem köyünün yanındaki yerleşim yeri kalıntıları ve mezarlıklar vs.
Buna benzer anıt ve kalıntılar Kuzey Osetya'daki Argudan köyünün
yanında yer alan "Elkhot Kapıları" adlı yerin çevresinde, Kabardey
ülkesinde Maiskiy şehrinin yanında bulunmuştur.
Bulgarların Karaçay Malkar Kültüründeki Mirası
Humara şehri ve diğer arkeolojik örenlerde bakılarak eski Bulgarların
taş yapı mimarlığının mükemmel ustaları olduğu kanaatine varılmaktadır.
Onlar taşları çok güzel yontmuşlardır. Büyük taş bloklar hazırlamışlar
ve binanın temeline onları sıkı bir şekilde birbirine
birleştirmişlerdir. Malkar ülkesi ve çevresindeki bölgelerde bulunan
örenlerde görülen eski Bulgarların bu inşaat ustalıkları günümüzde
özellikle Çerek vadisinde yaşayan Malkarlılarda büyük ölçüde devam
etmektedir. Belki de bu yüzden, diğer Malkar vadilerinde yaşayanlar,
Çerek vadisinde yaşayan Malkarlılara [s.60] [Bu sayfada harita var]
[s.61] "Hunaçı Malkarlıla" yani "Duvarcı Malkarlılar" derler.
Bulgarların maddi kültürlerinin Karaçay Malkarlılara bıraktığı bir
başka özgün mirası ise, kalın ağaç tomruklardan yaptıkları evleridir.
Bu orijinal Bulgar evleri tamamen Karaçaylıların kültüründe korunmuştur
ve bu tür evler [töngerte üy: tomruktan yapılan ev] Kafkasya
etnografyasında sadece Karaçaylılar'da görülmektedir. Bunun dışında
buna benzer Bulgar evlerine Baksan ve Çegem vadilerinde de
rastlanmaktadır. Kafkasya'nın doğu bölgelerinde bu tür evlere
rastlanmamaktadır.
Asparuk'a bağlı Bulgarlar, Tuna'da yerleştikleri ilk yere "Eski Curt"
[Eski Yurt] adını vermişlerdi. Arhız nehrinin yukarı kısmında,
Karaçaylıların efsanevi kurucusu Karça'nın ilk kurduğu yerleşim yerinin
adı da "Eski Curt" idi. Bulgarlar ve Karaçaylılar arasında bu benzerlik
çok önemlidir.
Karaçay Malkarlıların kültürü ile Bulgar Türklerinin kültürü arasında
birçok benzerlik mevcuttur. Bunlara birkaç örnek vermek gerekirse; keçe
ürünleri, kıyafet öğeleri, kaftanın kenarına kürk yerleştirme, kaftanın
geniş etekleri, gömlekler, "cavluk" adı verilen şal biçimindeki baş
örtüsü, çeşitli bayan süsleri, soru işareti şeklindeki çengel küpeler
vs. sayılabilir. Geleneksel yemeklerde de birçok benzerlikler vardır.
Sözgelimi ekşi süt ve yoğurt gibi...
Karaçay Malkarlıların Oluşum Efsanelerinde Hun-Bulgar ve Hazarlar
Malkarlıların kökeni hakkında anlatılan bir efsaneye göre; "Malkar"
adında bir avcı bir gün geyik avına çıkmış. Geyiğin izini araya araya
güzel bir dağ vadisinde "Tavlu" [Dağlıların] yaşadığı bir köye gelmiş.
Malkar adlı avcı, bu Dağlıların yaşadığı yerde kalmaya ve burada
yaşamaya karar vermiş. Çok geçmeden bunların yanına Dağıstan
taraflarından "Misak" adlı birisi gelir. Bu "Misak" adı ile Hunların
"Massaget boyu arasındaki benzerliği görülmektedir. Misak, birtakım
entrikalar çeviriyor ve Malkar'ın kız kardeşlerini elde ediyor ve kendi
kabilesini oraya getiriyor. Kısa zaman sonra Kafkasya'nın kuzey
bozkırlarından "Basiyat" ve "Badinat" adlı iki kardeş [s.61] Dağlıların
yaşadığı yere gelirler. Basiyat adlı kardeş Malkarlıların yurdunda
kalır ve Malkarlı prenslerin soy atası olur. Öteki kardeş Badinat ise
komşu Digor ülkesine giderek oraya yerleşir ve Digor prenslerinin soy
atası olur.
Bu efsanede aslında, Bulgar, Hun ve Hazar bakiyelerinin karışarak
Malkarlıların etnik oluşum süreci anlatılmaktadır. Hazarların adı ise,
efsanevi kurucu "Basiyat"ın adında hatırasını korumaktadır. Hazarların
"Basi" adlı boyunun yanına "at" çoğul ekinin gelmesi ile "Basiyat" sözü
oluşmuştur.
Badinat, Digor ülkesine gidiyor. Karaçaylı prens Kırımşavhal soyundan
bir prensesle evleniyor. Bu evlilikten yedi oğlu oluyor; Kubadiy,
Tuvgan, Abisal, Koban, Çegem, Karadzav ve Betuy. Bunlar daha sonra
Digorların yedi prens sülalesi olurlar. Böylece, Karaçay, Malkar ve
Digor prens sülaleleri akraba olmuş oluyorlar.
Bu bölümde anlatılanlar, Karaçay Malkar halkının etnik oluşumunda
Hun-Bulgar ve Hazar kavimlerinin şüphesiz büyük rol oynadıklarını
göstermektedir.